Cover: Banks - What You Need (The Weeknd)

Banks ve sesi

Ses rengi ile ne söylese aşka davet eden Banks, The Weeknd'in What You Need şarkısını cover'ladı ve yine tereddütsüz karanlık, duygusal, seçkin ve sexy. Bu kızı ne yapalım bilemedik.

Maida Vale stüdyosunda kaydedilen cover, bu güzelden hallice hafta sonu için anlamlı olabilir:



Yeni Video: London Grammar - Nightcall

Puslu Kıtalar Atlası

Kavinsky'ın robotik Nightcall'una can üfleyen London Grammar, bu cover'a ilk albümleri If You Wait'te de yer vermişti. Grup, şarkıya o kadar sahip çıktı ki şarkıyı single olarak çıkarma kararının yanında bir de şarkıya klip çektiler. Videolarında puslu havaları seven London Grammar, Nightcall'un videosunda da havasından vazgeçmemiş.

Oradayız: Flunk

Bu Cuma, Salon İKSV

New Order'ın meşhur parçası Blue Monday cover'ı ilk single'larıyla şöyle bir yüzünü gösteren, peşine yayınladıkları albümleriyle de kalıcılıklarını sağlayan Flunk, Norveç Konsolosluğu katkılarıyla A Taste of Norway etkinliği kapsamında Salon İKSV'ye geliyor. Cuma günü, trip-hop ve hüzünlü elektronik müzik sularında vokal Anja Vister rehberliğinde kısa bir gezintiye çıkarak grubu, bu yolculuklarında yalnız bırakmamak için Salon İKSV'deki yerimizi alacağız.

Röportaj: Yüzyüzeyken Konuşuruz

Evet, yüz yüzeyken konuştuk.

Yüzyüzeyken Konuşuruz'u dinliyor, yakından takip ediyorduk. Haklarında söylenenler, yazılanlar dolayısıyla da kafamızda ister istemez bir imaj çizmişlerdi. Ancak her şey daha farklıymış. Yaratıcılığı bir kenara bırakıyoruz ve evet, yüzyüzeyken konuştuk.

''Çay''lı röportajda çay meselesinden popülerleşen müziklerine, albüm sürecinden aslında yapmak istediklerine, Kadıköy Sound'una ve en önemlisi kendilerine dair sormadığımız soru kalmadı. Uzun uzun sohbet ettik, tanıştık ve Yüzyüzeyken Konuşuruz'u daha da sevdik. 

Henüz bilmediğinize emin olduğumuz yönleriyle buyrun, Yüzyüzeyken Konuşuruz


Buse: Yüzyüzeyken Konuşuruz nasıl başladı, neler oldu? Şöyle bir iki milyonuncu kez anlatabilir misiniz?

Kaan: Bir grubum vardı. Liseyi bıraktıktan sonraki dönemde çaldığım grubu da buhran dönemim dolayısıyla bıraktım. Bir sene boş boş evde yattım hiç bir şey yapmadım. Grup olma fikri korkuttu beni. O yüzden tek başıma çalıp söyledim ama kendi ismimi kullanma durumu da  korkutuyordu beni. Utanıyordum Kaan Boşnak olarak duyulmaktan. Bir grup ismi bulduk arkadaşımla, bir proje ismiydi sadece. İsmin hikayesini de soracak mısınız? (gülüşmeler)

Buse: Aslında anlatsanız ne güzel olur. 

Kaan: Proje olarak düşündüğümüz proje için arkadaşla internette konuşuyorduk. Bir grup ismi arıyorduk. Bir iki saat şu olsun, bu olsun diye kafa patlattıktan sonra onra “Aman neyse, Yüzyüzeyken Konuşuruz boşver.” dedik. Öyle de kaldı. Ondan sonra bir buçuk sene tek başıma çalıp kaydetmeye, paylaşmaya devam ettim. Bu süreden sonra bir grup kurduk, arkadaşlar geldiler çaldılar. Sonra o ekiple de bir yılı aşkın bir süre çaldık. Sonra o düzen de dağıldı ve Enginlerle beraber bu albüm kadrosu oluştu. Stüdyoya girdik ve Evdekilere Selam albümünü hazırladık.


Buse: O yüzden o ilk çektiğin videolarda neredeyse sadece seni görüyoruz.

Kaan: Evet, o zaman bir grup değildik. Ben vardım bir de proje vardı. Projenin şarkılarıydı onlar.




Buse: Aslında Yüzyüzeyken Konuşuruz’un altında baya felsefe aramıştım. Çünkü sosyal medyaya çok bağlı olan hayatlarımıza dem vuruyor; yüz yüze iken konuşalım, sosyal medya üzerinden konuşmayalım gibi... Samimiyet, içtenlik ve benzeri duygularla yoğrulmuş bir felsefe...

Kaan: Kim ne mesajı almak isterse alabilir ama bizim illaki şu mesajı dayatalım gibi bir fikrimiz olmadı.Biz de şikayetçiyiz aynı şeylerden. O felsefe bizim için de geçerli ama grubun ismi o amaçla konulmadı, bir amaç yoktu yani. İnsanlar istediği mesajı alabilir, alıyorlar da zaten. Benim hiç aklıma hayalime gelmeyecek şeyler söyleniyor bu grupla ilgili. Gerçekten çoğu şeyle alakası bile yok. Sadece isim.

Buse: Peki grubun bir derdi var mıydı ilk başta, bir tavrı veya bir çıkış amacı? 


Kaan: Tamamen kişiseldi. Çok sıkıntılar yaşıyordum. İnsanlarla çok konuşmuyordum.İletişim problemleri yaşıyordum. O yüzden şarkılar bir kaçış oldu. Derdimi daha iyi anlatabilmem için bir kapı açıldı, onu kullandım.

Buse: Peki bu kişisel başlangıcın bu noktaya geleceğini hiç düşündün mü? Zira senin yaşadıkların da bir çok insanla paylaşılabilir halde.

Kaan: Düşünmemiştim ama çok da yadırgamadım çünkü bir anda patlama olmadı. 3 yıl içinde yavaş yavaş, her gün yeni insanların keşfetmesiyle bu duruma geldi. Eğer iki günde binlerce tıklanan bir grup olsaydık ben de “Dur şimdi, n’oluyoruz ?” derdim ama uzun zaman içinde olduğu için alışma sürecimiz de oldu. Hiç böyle bir şeyler oldu da biz ne olduk tribine girmedik çünkü bu süreçte her şeyin farkındaydık. Balon sistemi değildi yani. Çok yavaş bir şekilde ilerledi her şey. 


Burak: Projeye başlamadan önce de sanırım Tumblr gibi sosyal paylaşım sitelerinde yazıyordun.

Kaan: Tumblr da yazmıyordum, Blogspot’ta yazıyordum. Blog kültüründen geliyorum, edebiyatla uğraştığım zamanlar oldu. Sonra Yüzyüzeyken Konuşuruz’u kurunca da bir internet sitesi açmam gerekti. İnternet sitesi açmanın o ince ayrıntılarını bilmiyordum. Çevremde de o işlerden anlayan grafik tasarımcı arkadaşım yoktu. En kolay şekilde bir şey yapmayı düşündüm. O da tumblr üzerinden bir sayfa satın alıp onu internet sitesi olarak kullanmaktı. Ama o da  yanlış anlaşıldı, tumblr kızlarına yönelik bir hamleymiş gibi oldu. Öyle bir şey yok, sadece siteye ihtiyacımız vardı. (gülüşmeler)

Buse: Evet, mesela benim de Yüzyüzeyken Konuşuruz ile ilk tanışmam tumblr üzerinden olmuştu. ''Bu grup dashboard'u anlamlı gifleriyle dolduracak!'' dediğimi ve bu süreci belki uzatabilirim diye paylaşmaktan çekindiğimi. Çok net hatırlıyorum.

Kaan: Gruba kendine saklama, direk yaftalama olayından ben de korkuyordum. Genç neslin çok sahipleneceği ve o yüzden eski dinleyenlerin sırt çevireceği bir grup olmak fikri beni rahatsız eden düşüncelerden biriydi. Sonra düşündüm: Demek ki ortada güzel bir şey var ve herkes dinliyor, gençler büyüklerine özeniyor ve onlar da dinliyor. Yeni nesilde lise bir-ikinci sınıf öğrencileri Joy Division dinliyorlar. Neden Yüzyüzeyken Konuşuruz dinlemesinler ki? Yüzyüzeyken Konuşuruz’u liseliler dinlerse kalitemiz mi düşecek? Hayır, hoşlarına gidiyor ve sadece dinliyorlar.Yapacak bir şey yok. Bar konserlerine gelemiyorlar zaten niye şikayet ediyorlarsa? Bir nesil de bunları dinleyerek büyüyecek. Ondan önceki nesil Demet Akalın, Serdar Ortaç dinleyerek büyüdü ama şimdi popüler olan bu. Gençler bunları dinliyorlar ve bu çok heyecan verici bir şey. Neden kötü bir şey olsun ki? Hepimiz ergen olduk. Ve yeni jenerasyon çok da acayip, her şeyi biliyor, her şeyden haberdar.

Buse: Çünkü ellerinin altında internet var ve dolayısıyla talepleri veya değil her şeye ulaşımları çok kolay. Bir arkadaşlarının bir şey paylaşması, onların da gruplardan haberdar olmasına yardımcı oluyor.

Burak: Ben de bu sene girdim üniversiteye. Yüzyüzeyken Konuşuruz’u lisede öğrenmiştim. Hala da arkadaşlarımla grubu dinliyoruz, konuşuyoruz.

Buse: Canlı örnek. (gülüşmeler)

Kaan: Peki sen şikayet ediyor musun liseliler dinliyor diye?

Burak: Hayır, öyle bir şikayetim yok. Ama genelde dinleyiciler sahiplenir Yüzyüzeyken Konuşuruz’u.

Kaan: Ben onu desteklemiyorum çünkü bir kesim sahiplenince o kesimin diğer dinleyicilerle arasında çatışmalar çıkıyor.

Burak: Sahiplenmek derken saklamayı, kimse bilmesin çabaları içinde olmayı kastettim. 


Kaan: Evet, o bizi birazcık yoruyor. ''Biz neden müzik yapıyoruz?'' sorusunu çok fazla sormaya başladık çünkü kendimiz müzik yapıyorduk  ve sonra mesele abartılınca ne olduğunu bir süre anlayamadık. Ama müziğin bir matematiğinin olmaması gerekiyor. 

Engin: Yapan taraf olup da böyle oturup kendimizi izleyince komik şeyler de görüyoruz. Çok komik bence. Çatışma kısmı çok komik.(gülüşmeler)

Buse: Bu durum biraz alternatif sahnede de var belki de. Yani demek istediğim müziği Taksim, Kadıköy ve janralar arası ayırmak gibi. Siz de mesela işin Peyote çatısı değil de daha çok Kadıköy kısmında gibi görünüyorsunuz. 

Kaan: O taraftan da değiliz aslında. Lokasyoncu değiliz. Sadece müzik yapıyoruz. Şöyle açıklayabiliriz: Ben edebiyatçıyım, Engin müzisyen. Bu güçleri birleştirince çok acayip şeyler çıkıyor ortaya. Bir lokasyona indirgemeye gerek yok bunu. Aslında bizi en çok sevmeyen insanlar Kadıköy’de yaşıyorlar. O yüzden bizim Kadıköy’de bir grup olmamız çok zor. Orada bizi dışarı itiyorlar, denize döküyorlar.


Buse: Daha önce böyle bir yorum veya açıklamaya rastlamamıştım. Neden böyle düşünüyorsun?

Kaan: Çünkü Kadıköy’ün kendi tayfası çok kendini beğenmiş bir tayfa. Genelde etrafındaki işlere fazla önyargılı davranıyorlar. Önyargı da dünyanın en iğrenç, en saygı duyulmayacak hareketlerinden birisi olduğu için böyle düşünüyorum.




Buse: Aslında sizden Kadıköy Sound’u tanımlamanızı isteyecektim. Çünkü sizin için yazılan tüm bilgilerde, adeta bir hashtag olarak Kadıköy Sound var.

Kaan: Ben işin başında Yüzyüzeyken Konuşuruz’a Kadıköy Sound derken aslında dalga geçiyordum. Sonra o bir şekilde ciddiye alındı. Kadıköy Sound diye bir şey yok ki! Kadıköy Sound, Demirhan Bayram’la Cenk Taner’in oturup içki içerken geyik yaparken ortaya attıkları bir söz. İncelediğimizde sınırları da yok aslında. O sadece bir kafa hareketi. Ama Türkiye’de müzik akım ve türleri o kadar gelişmedi. Sadece rock, alternatif rock, pop rock diye ayrılıyor. Yani bu sistemde bizim de bunu şu rock, bu rock diye ayırmamıza çok fırsat yok. Amerika’da yaşıyor olsaydık diyeceğimiz şey 60’lar psychedelic folk yapıyoruz olurdu. Ama şu an Türkiye’de 60’lar folk yapıyoruz diyebileceğimiz bir ortam yok. Hayalimiz de 60'lar döneminde yapılmış psychedelic akımdan beslenerek müzik yapmak. Tam olarak hedefimiz de bu bizim.

Buse: Öyleyse Kadıköy Sound'u unutuyor, yarın bir gün Yüzyüzeyken Konuşuruz'u bir janra ile anmak istediğimizde psychedelic rock diyoruz. 

Engin: Onu yarıda kalmış, tamamlanamamış, hakkını görmemiş bir dönem olarak gördüğümüz için biz de bunu devam ettirmek istiyoruz.

Buse: Müziğinizin alt yapısında öyle bir tını var zaten. Ama sözleri Türkçe olunca bir çok dinleyici için ''rock''tan öteye gidemiyor.

Kaan: Türkiye’de yapıldı aslında ama başarılı olamadı. Anadolu pop diye bir akım çıktı. Cahit Berkay’ın söylediğine göre Anadolu pop akımı aslında pop müzik değilmiş. Andy Warhol'un pop anlayışıyla birleştirmişler. Anadolu pop diye bir akım çıkmış ortaya  ama Türkçe sözleriyle, bu coğrafyanın türkülerinden psychedelic rock yapıyorlar. Ondan sonra anadolu rock müziği günümüz gençliği tarafından kokan çorap muamelesi gördü. Avrupa menşeli topluluklar kendi partilerinde Erkin Koray, Selda Bağcan çalmaya başlayınca da bu akımın değerini anladılar.

Buse: Evet madem Türkçe şarkı dedik, sözlerdeki bu motivasyonu nasıl elde ediyorsun? İçindeki genç nerede? 

Kaan: Hep söylüyorum; bunlar benim yaşadığım şeyler değil. 21 yaşındayım, o kadar çok şeyi nasıl yaşamış olabilirim? Sadece birazcık izlemek, okumak, görmek, onlarla alakalı olanları birleştirebilmek, biraz da bir şeyler yazıp çizme yeteneği varsa insan onları bir araya getirebiliyor. Ama ben bu zamana kadar kendime ben edebiyatçıyım, ben şairim, ben müzisyenim demekten utandım, çekindim. Çünkü insanlar çok acımasızca eleştirebiliyorlar böyle şeyleri. Ben eğer edebiyat ile ilgilenip edebiyat okuyorsam ve müziğimin içinde insanları etkileyen bir şey varsa, ben de o işin içindeyim, uğraşıyorum. 

Ama nasıl yaptığım/yazdığım konusunda hiç bir fikrim yok. Şarkı yapmaya otururum, yapamam. Saatlerce uğraşırım veya bazen haftalarca uğraşırım yapamam. Ama bir gün gelir otururum 15 dakikada bir şarkı yazarım, hit olur. Hiç bildiğim kullandığım bir yöntemim yok. Allah vergisi (gülüşmeler)

Buse: Evet, bir de belki  grup arkadaşlarının sonrasında sana kattığı çok şey olmuştur.

Kaan: Tabi, zaten çok uğraştık. İki ara yüz değiştirdi Yüzyüzeyken Konuşuruz. En başında yalnızdım, sonra bazı arkadaşlarım geldi. Onlarla bir sene çaldık olmadı. Onlarla da ayrılmak zorunda kaldık. Bayağı bir uğraştık bir sound çıkartabilmek için ve son formunu aldı grup. Çünkü baktığımızda şarkılar ne kadar güzel olursa olsun, canlı performanslarda insanlara bir sound verilmesi gerekiyor.İnsanların o sound ile tatmin olması gerekiyor. Mesela canlı performanslarımız çok kötü olduğu için 
ilk konserlerimizde hep eleştirildik.Ama kötüydü gerçekten, yapamıyorduk. Evde kaydedilmiş şarkıları aynı şekilde konserlerde sunamıyorduk dinleyicilere. Bunun üzerine çalıştık ve albümle beraber bir sound çıkardık ortaya. Artık konserlerde de o sound üzerinden çalıyoruz. Bunda Engin’in de çok büyük etkisi oldu, Burak’ın da. Burak basçımız, aynı zamanda yapımcımız. Bobrock kendisi. (gülüşmeler)



Buse: Engin,  Yüzyüzeyken Konuşuruz’a katkıda bulunmadan önce yani grupla çalışmaya başlamadan önce ne düşünüyordun grup hakkında?

Engin: Çok oturup düşünmedim açıkçası. Çok araştıran, çok müzik dinleyen bir insan değilim bu da öz eleştiri olsun. Ben tanıdıktan sonra içine girmeye başladım gerek sound  gerek atmosfer olarak. Güzel oldu sanırım, ben öyle düşünüyorum. Kendi açımdan bakıp yorum yapmam, ama bunda yapayım.

Buse: Çünkü tanışma evresi olmuştur, belli zaman geçirmişsinizdir birlikte. Ve tüm çalışmaların sonunda bir ışık vardır, artık grup son formunu almıştır.

Engin: Işık görme işi yok bende. Işığı görünce yaratıcı taraf bitiyor. Tamam, oldu falan yok asla. Ben hala kendi gitarlarımı dinlemiyorum eleştirmekten. Bu durumdan da memnunum.

Kaan: Biz kendimize çok takık insanlarız. Yaptığımız hiç bir şeyi dinleyip “ Mükemmel, işte bu!” diyemiyoruz. Çünkü çok fazla tedirginiz müzik konusunda. Bu da birazcık kaygı aslında. Beğenecekler beğenmeyecekler kaygısı mı, yoksa kendimizle alakalı bir tatmin noktası, kendi egomuzla alakalı bir şey mi? Ne düşünüyorsun?

Engin: Benim egomla alakalı olabilir, seni bilmiyorum ama.(gülüşmeler)

Kaan: Bütün şarkıları Kaan yapıyor. (gülüşmeler)

Engin: Hiç bir zaman tamam biz ''Sound’u yaptık, tamam mükemmel. Şimdi bunun ekmeğini yiyelim. Bu Sound’a 5 şarkı daha çıkaralım..'' demedik. Hala tatmin olamayıp deniyoruz.

Kaan: Bir de albümdeki şarkıları çalmaktan sıkıldık.O albüm bitti bizim için. Sürekli aynı 10 şarkı. Zaten 6 aydır albüm kaydı meselesindeyiz. Albümdeki şarkıların öncesinde de 1 yılları var.

Burak:  Albümde yer alan şarkılardan önce yayınladığınız eski şarkılar da vardı. Bu sebepten dolayı mı eski şarkılara albümde yer vermediniz?

Kaan: Aynen öyle. Ama önümüzde 5 yıllık bir albüm projesi var. 5 yılda 5 albüm çıkartacağız. O 5 albümün içinde de eski şarkıların hepsini h
er birine üçer tane şarkı koyarak tamamlamayı düşünüyoruz. Ama genel olarak bundan sonraki albümlerin hepsi yeni şarkılardan oluşacak. Kimsenin dinlemediği şarkılar olacak. Ben öyle bir stratejik hata yapıyorum. Şarkıyı yayınlamadan önce şarkıyı kendi evimde demo olarak kaydedip kendi Soundcloud hesabımdan paylaşıyorum. İnsanlar dinliyor. Ondan sonra albümde dinleyince beğenmiyorlar. Bu hatayı yapmayacağım artık. Belki yine eleştirecekler ama olsun.

Burak : Şarkıların ve sözlerinin bir anda aklına geldiğini söylemiştin. ''Albüm yapacağız, şarkı çıkarmalıyız.'' düşüncesi seni/sizi sıkıştırıp zora sokar mı ?

Kaan : 5 yılda 5 albüm çıkartmak gibi bir zorunluluğumuz yok, bu sadece bir hedef. Zaten bir şey akarken o kovayı doldurmak da önemli. Sonuçta sürekli yapıyoruz. Sürekli bir aradayız, sürekli enstrümanlarımızlayız, başka işimiz gücümüz yok. Güya ben okuyorum ama okula gitmiyorum. Sürekli müzik yapıyorum. O müzik yapılırken de, hazır şarkılar da varken kayda girmek önemli. Kayda girdiğimizde biz 4-5 ay geçirmiyoruz. Teker teker kaydetmiyoruz. Aynı anda oturup çalıyoruz, canlı kaydediyoruz o yüzden hazır şarkılar oluyor. Albümde illa 10 şarkı da olmasına gerek yok. 6 şarkılık bir albüm yaparız. Olduğu kadar yani.

Buse:İlk EP’niz ''Birkaç Yıl Sonra  Utanılacak Şarkılar''. Gerçekten utandığınız şarkınız var mı dönemde?

Kaan:O isim biraz geyikti. Daha önce hiç o kadar aşk kokan şarkılar yapmamıştık. O yüzden ismini öyle olsun dedik. Aşk şarkıları yazdık aptal gibi, kesin utanırız diye. Şarkılardan utanmıyoruz. Sadece sıkıldık. Nick Cave’de aşk şarkısı yapıyor. Aşk şarkısı yapan adam illa Halil Sezai gibi mi olacak yani.

Buse:Şarkılar demişken albüme geçiş yapmak istiyorum. Kayıt süreci nasıldı? Kimlerle çalıştınız?

Kaan:Bir gün evde oturuyordum. Burak Güngörmüş’ten – Fono Müzik’ten- bir mail aldım. Aynen ‘’Gençler albüm yapmak ister misiniz?’’ diye yazıyordu. Hakan Abi (Hakan Özer) albümün sanat yönetmenliğini yaptı. Hakan Abi bizim şarkıları Burak’a dinletmiş. Burak’da hemen albüm yapaşım bu çocuklara diyor onun üzerine. Mailler, görüşmeler derken arkadaş olduk, çok sevdik birbirimizi. Ondan yaklaşık 2 ay sonrada grubun son halini tamamladık ve şarkıları seçtik, stüdyoya girdik. Asıl kayıtlarımız üç gün sürdü bizim. Sonrasında mix’leri aldık, dinledik. Neresinin olup olmadığı konusunda tartıştık ve yaptığımız kayıtların üzerinde küçük düzenlemeler yaptık. Gitar ve vokallerin bazılarını değiştirdik. Araya Gezi Parkı  dönemi/olayları girdi. O sırada mix/mastering süreci oldu. Asıl hedefimiz albümü haziran başında yayınlamaktı ancak Gezi olaylarından dolayı ertelendi. Eylül sonunda yayınladık.
Albümde davulları Oğuz Kon çaldı, şu an konserlere de birlikte çıkıyoruz. Klavyeleri de Oğuz çaldı.  Elektrik gitarları Engin çaldı, akustikleri de ben çaldım. Vokallerde ben vardım. Bas gitarı Burak çaldı. Kayıtlarımız Ergin Abi, Ergin Özler yaptı, Deneyevi Stüdyosu’nda. Emre Niaşncı ve Garip Özden albümün ses teknisyenleri olarak çalışan arkadaşlarımız. Emre hala konserlerimizde ses tekniyesliğini yapıyor. Engin ve ben bazı şarkılarda Teoman Kumbaracıbaşı’nın amfisini kullandık. Öyle yani. Arkadaşlarla birlikte kolektif bir iş oldu.

Buse:Harika. Peki albümden nasıl bir reaksiyon alıyorsunuz?

Kaan:İlk dinleyici kitlemiz şarkıları çok fazla beğenmedi. Alıştıklarından farklı tınlayan bazı sesler yüzünden hala eski kayıtları dinlemeyi tercih ediyorlar ama Yüzyüzeyken Konuşuruz’u ilk defa dinleyen insanlar çok beğenmişler albümü. Müzik yazarları albüm hakkında güzel yorumlarda bulundu. Hoşumuza gidiyor bu durum tabi ister istemez. Albümün beğenilmesi gayet güzel.

Buse: Peki albüme nasıl ulaşabiliyoruz?

Kaan: Paranız yoksa Youtube’dan dinleyebiliyorsunuz ama paralıysanız iTunes’dan indirimli olarak satın alabiliyorsunuz. Normal fiyatıyla da D&R, Mephisto gibi müzik marketlerden alabiliyorsunuz. Fizy’den de dinleyebilirsiniz. Öyle faşistlik yapmıyoruz. Para vermeden de herkes dinleyebilir albümü.

Buse: Ya da konserlerde canlı dinleyebiliriz tabii.

Kaan: Tabi ki, buyurun gelin.

Buse: Bu arada Gezi sürecindeki ‘’Sen Taştan Biz Ağaçtan’’ çok başarılıydı. Hem durumu hem de hissettiklerimizi şarkıda bulabiliyorduk ki çok da sevildi. Zira kaos döneminde müzisyen korkmaktan çok,  üretmeli diye düşünüyoruz. Alternatif sahnede bunun gibi çok güzel örneklere rastladık.

Kaan: O şarkıyı yaparken aslında içerikten çok sound’a dikkat etmiştik. ‘68 Amerikan gençliğinin Vietnam ile alakalı yaptığı şarkılar gibi, The Doors’un şarkılarına bir göndermeydi  sound olarak. ’68 Amerikan psychedelic - politik müziğin esinlenmesiydi. İçerik de güzel oldu ancak yayınlanma süreci geç oldu. Çünkü o sırada gerçekten Gezi’nin içindeydim. Birebir sahadaydım ve eve gidip şarkı yapma fırsatım olmadı. Olayların üzerinden 1-2 hafta geçtikten sonra eve gidip üzerine düşünebildim. Öyle ortaya çıktı. Gezi olayları güzel bir olgunlaşma sürecini beraberinde getirdi. Aydınlanma Çağı gibiydi. Siyasetin Gezi’deki hali gençleri her açıdan besledi.



Buse: Aynen öyle. Oradaki ruh, atmosfer, düşünce bambaşkaydı. Çok şey öğretti, kattı. Peki alternatif sahne ile başlamışken; alternatif sahne iletişiminiz nasıl?

Kaan: Yüzyüzeyken Konuşuruz hakkındaki yorumları okumuşsunuzdur. Bizi en çok benzettikleri/örnek gösterdikleri grup Büyük Ev Ablukada. Bu durumu bazı açılardan kabul ederken bazı açılardan reddediyorum. Büyük Ev Ablukada, bugün, bu jenerasyon için bir kapı açtı. Bize gaz veren grup oldu  aslında. Hepimizin bunu kabul etmesi gerekiyor. Ama baktığımız zaman Yüzyüzeyken Konuşuruz’un ya da Halimden Konan Anlar’ın ya da Yok Öyle Kararlı Şeyler’in aslında çok da fazla müzikal benzerlikleri yok. Sadece bir jenerasyon var ortada. Jenerasyon hareketi. Gezi Parkı gibi. O yüzden bu gruplar birbirinin çakması demek yerine aslında saygı duymak gerekiyor. Bu durum haricinde kendi jenerasyonumuza baktığımızda benim çok sevdiğim, grup olarak da çok başarılı bulduğumuz isimler tabi ki var. Birkaç isim dışında diğerlerinin hepsi çöp!

Buse:Çok iddialı oldu bu yahu.

Kaan: Ama bizim jenerasyondan bahsediyorum; Halimden Konan Anlar, Can Güngör, Rehber, Nihil Piraye, Peygamber Vitesi… Eski topraklardan da say say bitmez; Nekropsi – ki en başarılı grup benim için - , DDR, Cemiyette Pişiyorum… Cemiyette Pişiyorum dinleyerek büyüdüm ben. Deli Gömleği aynı şekilde, çok severim. Ama onlar bizi sevmez, ne yazık ki.

Buse: Neden öyle düşünüyorsun?

Kaan: Bilmiyorum, popçu olarak görüyorlar bizi belki de. (gülüşmeler)

Buse: Siz popçu değilsiniz ama yaptığınız müzik ister istemez popülerleşiyor. Belki bu yüzdendir.

Kaan: Evet, ne yazık ki böyle algılar oluyor.

Buse: Yine isimlerden gidecek olursak, kimlerden etkileniyorsunuz?

Kaan: The Black Angels ve Allah-las yeni jenerasyondan etkilendiğim isimler. Eskilerden de Nick Cave tabi ki çok değerli ve beni etkileyen söz yazarlarından birisi. Bob Dylan, Mark Lanegan yine çok sevdiğim isimlerden. Ama söz yazımı konusunda en çok etkilendiğim kendi topraklarımdan isim Cenk Taner, Kesmeşeker.

Engin: Yüzyüzeyken Konuşuruz müziği için bende etki uyandıran grup Hariçten Gazelciler oldu. Sadece onu söyleyebilirim herhalde.

Buse: Yüzyüzeyken Konuşuruz yurt dışına açılmayı düşünüyor mu?

Kaan: Dünyayla paralel bir akımda görüyoruz Yüzyüzeyken Konuşuruz’u, 60ths Royal akımında. Eğer o akımın Türkiye’deki yansıması olarak bakar dinleyiciler, bizi elbet göreceklerdir indie folk, psychedelic folk akımında. Bu noktada tabiki açılabiliriz dünyaya ancak kendi dilimizi kullanrak müzik yapıyoruz. Kendi coğrafyamızdan ekleyerek üretiyoruz. Bu yüzden Batı tarafından ilgi çekme şansı var. Bu durumdan umutluyuz. Sadece Batı değil, komşu ülkelerden de bizi dinleyenler var. Azerbeycan, İran, Rusya ve Yunanistan’da dinleyici kitlesi edindik. Sanıyorum yakın zamanda Azerbeycan’a konsere gidebiliriz.

Buse: Gittiğiniz yerler de besler müziğinizi.

Kaan: Evet. Geçenlerde de Meksika’da 15-20  kişinin dinlediği/takip ettiği verilerini gördük. Amerika’da da - 10 adet sanırım -  iTunes üzerinden albüm satın alınmış. Bu tarz veriler de mevcut. Nerede ne oluyor, kimler dinliyor, takip ediyoruz çünkü müziğinin ne kadar insana ulaştığını bilmek heyecan verici bir olay. Üstelik bu aşamadayken yurt dışında konser  verecek olma fikri çok heyecanlı.

Buse: Tabiki. İster istemez insanı daha çok motive eder. Burada bencilliğimi devremeye sokuyor ve Avrupa Yakası’nda daha çok konser vermeniz gerektiğine inanıyorum.

Burak: Kadıköy grubu gibi algılamakla da alakalı sanırım.

Kaan: Evet, bir yerde daha çok çalıyoruz  gibi bir algı var ama işin gerçeği bu tarafta 2 konser veriyorsak Kadıköy’de 1 konserimiz oluyor. Geçen sene de öyleydi. Burada Hayal Kahvesi’nde, Kadıköy’de Karga’da çalıyorduk. Zaten Kadıköy’de maddi bir şeyler bekleyerek konser vermiyoruz. Bizim bir evimiz var: Karga. Çalarsak sadece orada çalıyoruz. Kadıköy’de arkadaşımın çalıştığı bir kitap evinin, Hayal Yayınları’nın tiyatro salonu açma gibi bir projesi var. Tiyatro Seyirlik diye bir yer açacaklar Rexx’in sokağında. Kadıköy’ün büyük bir tiyatro sahnesi olacak. Sanıyorum Süreyya Operası’ndan sonra gelen en büyük sahnelerden biri olacak. Orada bie akustik konserimiz olacak ve konserde yaş sınırlaması olmayacak. Bizi dinleyen 18 yaşından küçük dostlara hediye mahiyetinde katılabilecekleri bir akustik konser yapacağız. Sonrasında da hep Beyoğlu’ndayız herhalde. 6 Aralık’ta Bronx’tayız. Henüz netleşmeyen Babylon, Salon konserleri de olacak. Şu sıralar İstanbul dışına ağırlık verdik. Küçük çaplı bir turne üzerinden konserlerimiz olacak. O yüzden İstanbul’a çok yoğunlaşamıyoruz ama turne bitince İstanbul’da da büyük konserler olacak.  

Buse: Yüzyüzeyken Konuşuruz dışında hayatlarınız nasıl gidiyor?

Engin: Çalışıyorum, gitar dersi veriyorum, kağıt üzerinde de bir okuduğum bir okul var. Onun dışında da pek bir şey yapmıyorum.

Kaan: Ben de okuyorum, Marmara Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı. Ama iş güçten dolayı okula pek gidemiyorum. Derdim mezun olup diplomayı almak değil de derslere gidip yeni şeyler öğrenmek. Çünkü edebiyatın dersleri çok zevkli oluyor. Bir de yazı çizi meseleleri…

Burak: ‘’Yüzyüzeyken Konuşuruz hayatımızın tümü değil.’’ demiştiniz. Ve müzik ve sanatla iç içe yaşayan insanlarsınız.

Kaan: Evet, hayatımızın odak noktası değil. Bizi dinleyenlerin yükledikleri kadar büyük anlamlar yüklemiyoruz. Beraber olmak ve beraber çalmaktan çok memnunuz, güzel bir iş yapıyoruz, eğleniyoruz.
Engin: Yüzyüzeyken Konuşuruz’u sahiplenmiyoruz raddesinde değil de insanların yüklediği anlamlara bakınca bu durumu bazen komik buluyoruz.   

Mesela ‘’çay’’ meselesi… Birkaç şarkıda şarkıyı güzelleştirsin, keyif katsın diye sembol minvalinde kullanılmış bir sözcükken dinleyiciler bir anda çay modası başlattılar.

Engin: Akşama kadar çay içiyoruz gibi düşüncelere kadar yol aldı.

Kaan: Bu durum rahatsız eden bir meseleye dönüşmeye başladı. Çayı severiz ama çaycı adamlar değiliz. Biraz da bizim şanssızlığımız oldu. Yeni çıktığımız zamanlarda Leyla ile Mecnun çayı çok popüler bir hale getirmişti. Yüzyüzeyken Konuşuruz’un da birkaç şarkısında çay geçiyor diye o akımda biz de nasibimizi aldık. Ama aslında onunla paralel olmayan bir durumdu.

Buse: Çay meselesi sonunda gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Son olarak; albüm hayatınızda ne gibi değişikliklere sebep oldu?

Kaan: Albümle birlikte bazı formaliteler oluştu hayatımızda. Bir kısmı da samimiyetten uzak. Bunları gören insanlar da ‘’Ünlü oldular ve tavırları değişti.’’ yorumunda bulunabiliyor. Aslında öyle bir şey yok. Sürecin büyük kısmı formalite. Bir konserde güzel giyinmek ve güzel fotoğraflar çekilmek, bir albümün getirdiği formalitelerden… Albümü yayınladık diye bu kadar üzerimize gelinmesinin bir manası yok! Albüm sadece bir kartvizit. Belki tamam, endüstrinin malı olduk ancak bu endüstrinin içinde hala aynı insanlarız. Endüstrinin bizi kendine benzetmesi gibi bir durum söz konusu değil. Dinleyiciler neden/niçin bizi seviyor, takip ediyorlarsa, hala öyle devam ediyoruz. Ve bu leş endüstrinin içinde biz de varız; bizim gibilerin sesi var. Meclise girmek gibi bir şey. Sırrı Süreyya Önder’in mecliste olması gibi bir durum. 




Oradayız: Emily Wells

Bu Çarşamba, Babylon

Garanti Caz Yeşili bu hafta Babylon'da Emily Wells'i konuk ediyor. Kendine özgü sahne performansıyla nam salan Emily Wells, çarşamba gecesi yerini dinleyicilerden gelen çeşitli ünlem cümlelerine bırakacak. Kayıtlı ses döngüleri yerine tüm sesleri canlı olan sunan müzisyen bakalım Babylon'da neler yapacak? İşte tüm bu merakların cevabı yarın akşam Babylon'da!





Yeni Video: The Killers - Just Another Girl

Brandon Flowers 2

Geçtiğimiz günlerde ses getiren şarkılarını topladıkları albüm Direct Hits'i yayınlayan The Killers, bu albüm için yaptıkları iki yeni şarkıdan biri olan Just Another Girl için bir video çekti. Glee dizisinin güzel oyuncusu Dianna Agron'un Brandon Flowerslığa soyunduğu klipte, The Killers'ın geçmiş videoları arasında yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta gerçek Brandon Flowers ile karşılaşmayı da es geçmiyoruz.

Yeni Video: Factory Floor - Turn It Up

Ekranlara zarar

Factory Floor ve ekrana kilitlenmeli klipleri serisine yeni bir kardeş geldi. Müziğiyle kulaklarınıza hücum eden grup, Turn It Up'ın videosu ile gözlerinizi de ihmal etmiyor.


Not: Klibi arkadaşınız bilgisayarında tam ekran olarak açıp, "aaaa ekranın bozulmuş" şakasına alet edebilirsiniz.

Ninni: Lights Out, Words Gone

25 Kasım Pazartesi


Sessizliğe bir adım kala ne yapacağını bilmelisin.

İyi geceler.


Seth Rogen ve James Franco'dan Bound 2 Uyarlaması

Evet.

Yeezus'dan gelen yeni video Bound 2 tabi ki konuşulmaya devam ediyor. Kanye West tarihinin en ilginç ve belki de saçma video klibi, yayınladığı günden beri geyik konusu olma tacını kimselere kaptırmadı. Aslında vermek istediği mesajı tam anlamıyla verebilen video, şarkıyla oldukça uyumlu görünüyor. İlişki başlangıcından orgazma kadar arka planın renk ve desen değişikliği yaptığı videoda bazı renklere anlam vermek, neyseki tek derdimiz değil. Bu yüzden asıl konu şimdilik Seth Rogen ve James Franco uyarlaması.


Son geyiklerden biri de Seth Rogen ve James Franco'nun, Bound 2'ya yeni uyarlama video klibi çekmesi oldu. Seth Rogen'ın Kim Kardashian ve James Franco'nun Kanye West olduğu videoda aslında değişen tek şey karakterler. Rollerine ölesiye motive olan ikili, mimiklerden bakışlara, tavırlardan dokunuşlara kadar Kim ve Kanye olabilmiş.

Normal şartlar altında Kanye West fan club olarak dalga geçenlere dur diyebilir, James Franco'yu gönüllerden silebilirdik. Ama bu video olmuş gibi duruyor. Gülmek ile ''Hmmm!'' ifadeleri arasında gidip gelmeden önce orjinalini mutlaka izleyin. Hazırsanız, buyrun:


The "Kamuran Kolçak" Show


"Baba Zula'daki deli kız" ya da "Kim bu deli kız?"

Aylardan Mayıs, mevsimlerden ilkbahardı, Kamuran Kolçak ile bir araya gelmiştik. Belki tembellikten, belki kötü karma, belki de tanrıların çıkar çatışmaları yüzünden ama muhtemelen tembellikten, kendisiyle yaptığımız röportajı yayınlamak bir türlü mümkün olmamıştı. Geçtiğimiz günlerde bir araya geldik, sohbeti güncelledik, bilgileri tazeledik ve bu uzun sürecin ardından, sonunda, yaptığımız güzel sohbet buracıkta.

Keyifli okumalar olsun.

Kamuran Kolçak Facebook
Kamuran Kolçak Instagram
Kamuran Kolçak Twitter

- Öncelikle "Naber?" diye sormak gerek. Nasıl gidiyor Melike?

İyi Büşra, Mayıs'ta bıraktığından çok farklı değil aslında ritmik olarak, konserler ve gezmeler ve yaymalar. Bir de taşınmaya çalışıyorum bir yandan...

-Seni tanımayanlar için bir soralım Melike neler ne yapar, neler eder? Biraz kendini anlatsan ya bize.

Ben şarkı söylüyorum sevgili Büşra, şarkıcıyım. An itibariyle Baba Zula'yla söylüyorum, 1 seneden fazla oldu sanırım. Yollar yollar, gidiyoruz Baba Zula'yla. Bir de iki yeni şarkı kaydettik. Hayırlısıyla önümüzdeki günlerde dinleriz hep beraber.

Kamuran Kolçak ve Gönül Dostları adında projem var. Bu projemizde de çok sevgili dostlarım ve çok yetenekli müzisyenler Volkan Akkoç ve Özgür Salıcı ile birlikte çocukluğumuzdaki bazı
şarkıları yeniden gündeme getirmeye çalışıyoruz. Çoğunlukla Sezen Aksu, aslında çoğunlukla Onno Tunç eli değmiş şarkılar. Ama işte ara verdik biraz konserlere, türlü yoğunluklar oldu bu yaz. Geri dönmek istiyoruz bir ara. Hepimiz özledik.

Bu yaz bir de Shantel'in EP'sinde yayınlanacak bir şarkı üzerinde çalıştım. Kayıtlar bitti, umarım onu da kısa zamanda dinleriz.

- Baba Zula'yla konserler aralıksız devam ediyor herhalde. Geçen seneden beri sürekli devam eden bir konser durumu gözlemliyorum. Nasıl kendileriyle çalışmak?

Sezon hızlı başladı. izmir'de Hayal Kahvesi'ndeyim mesela şu an. Dün Denizli'deydik, yarın Kuşadası sonra İstanbul, sonra -çok heyecanlı- Berlin'de konser var. Hava da çok değişkenli hasta olmadan bitirebilirsem bu yolları rahata ereceğim. Kendileriyle çalışmak şahane vallahi, bu sahne olayları bol sürprizli. Öğren dur, macera dolu Amerika.

Peki ne oldu, nasıl oldu da kendini Baba Zula'yla sahnede buldun?

Ben üniversite 3. sınıfta Gülbaba Music diye bir müzik menajerlik şirketinde çalışıyordum. O zamanki patronlarım şu an menajerlerim diyorum (gülüyoruz) Ahmetcan ve Serhan'la çalışıyoruz.

O da tatlı bir geçiş değil mi?

Aynen, çok tatlı bir geçiş. Neyse ben orada onlara asistanlık yapıyorum, çeşitli müzisyenlerin konserlerinde çalıştım ettim. Baba Zula da Ahmetcan'la çalışıyor. Sonra bir gün Ahmetcan “Baba Zula yeni bir vokal arıyor, denemek ister misin?” dedi. Ve o anı hiç unutmuyorum, üçüncü sınıf bahar döneminin son ödevinin son paragrafındayım ama baygınlık geçiriyorum artık ödevden. Tam ben o halde ödevin son paragrafını yazmaya çalışırken Ahmetcan aradı ve bunu söyledi. Paragrafa devam etmedim Büşra. (Gülüyoruz) Cümleyi tamamladım ve dedim ki “Melike, hayatının kalan kısmında eminim ki bunlarla uğraşmayacaksın.” Olduğu gibi yolladım ki herkesin AA aldığı dersten BA almıştım. Sonra da denemeler oldu. Murat Ertel'in stüdyosuna gittim, birkaç şarkıya çalışmıştım onlara baktık.

Haziran ayında olmuştu bu deneme, benim ilk sahnem 2011 Ekim’de Berlin'de oldu. O konuda da çok şanslıyım, ben Berlin'de Erasmus yapıyordum, Baba Zula'nın da orada bir konseri vardı ve oranın da böyle güzel kulüplerinden bir tanesinde. Ahmetcan aradı "Berlin'e konsere geliyoruz, şarkı söyler misin?" diye ve yani tabii ki söylerim. İlk konser oydu, o yüzden ne zaman Berlin'de çalsak böyle kelebek gibi oluyorum.

- Baba Zula oldukça büyük bir deneyim aslında. Genç yaşta, çok kısa sürede, çok tecrübeli isimlerle, bir sürü farklı sahnede çıkma şansı elde ettin. Büyümüş hissediyor musun?

Tabii canım elbette büyüdüm. Her seferinde yeni bir şeyler geliyor. Düşünsene hepsi ayrı hikaye, bir sürü farklı şehir, sahne; bir sürü farklı insan seni dinliyor, onların hikayeleriyle kesişiyorsun. Sadece sahne de değil tabi, haricinde de Murat'tan ve Levent'ten o kadar çok şey öğreniyorum ki. Yol uzun ama koşmak gerek. Daha tonlarca şey var. İşimi o yüzden çok seviyorum, heyecan garantili.

- Anlatabileceğin ilginç bir anı, unutamadığın bir şeyler vardır o zaman muhakkak.

Geçen gün çok güzel bir şey oldu. Düzce'de konser verdik, İstanbul'a dönerken de karınlar aç, bir şeyler yiyelim dedik. Bir dinlenme tesisi bulduk, sulu yemek çorba kafası, dedik olurlu. Geçtik oturduk, sonra bir baktık televizyonda Tabutta Rövaşata var. Baba Zula'nın kuruluş projesi. Aşırı duygulandım ve hayatta böyle tesadüfler olması çok şahane geldi. Ne işi var o filmin Düzce İstanbul yolunda bizim oturduğumuz dinlenme tesisinde, gecenin bir vakti…


Peki ya Kamuran? Neden Melike değil de Kamuran?

Kamuran aslında genel olarak benim bu yola koyduğum isim gibi bir şey. Sahnedeki halimle normal hayattaki halim arasında müthiş bir ayrım var. Genç yaşımda Kasdav'da şarkı söylerken fark etmiştim onu da bak, çok acayipti. Arkadaşımdan kırmızı rugan topuklu pabuçlarını ödünç almıştım o günkü kostümümle uyumlu olsun diye. Çıkmadan dolanıyoruz kuliste ama benim ayaklarım o kadar ağrıyor ki hani hiç alışık değilim topuklu ayakkabıya. Sıramız geldi sahneye çıktık. Sahnede şarkı söylemediğim bir boşlukta durdum ve düşündüm, “Abi ayaklarım ağrımıyor!”. Bunları da az buçuk fark etmişken dedim ki ben sahnede kesinlikle Melike Şahin değilim.

Bir de ışıksız ve saçmasapan geliyor kendi ismim. Kamuran benim yıllardır internette vesaire kullandığım bir şeydi. Bir de benim o hafif arabeskliğimi, hem kendi özel yaşantımdaki o genel hayata bakışımı çok daha iyi yansıtan bir isim olduğunu düşünmüştüm ve benim sahnedeki ismim Kamuran Kolçak olsun dedim. Sonra bu çevrelerde yavaş yavaş Kamuran olarak bilinmeye başladım. Annem babam hiç haz etmiyor gerçi bu Kamuran Kolçak'tan.




- Tekrar geri dönüyorum ama Kamuran Kolçak ve Gönül Dostları neden yavaşladı? Özellikle BÜMK ahalisi çok sevmişti Gönül Dostları’nı.


Üçümüzün de (Volkan, Özgür) farklı meşguliyetleri oldu. Ağırlık veremiyoruz projeye, ama bitirmek de istemiyoruz. Umuyorum önümüzdeki haftlarda bir reunion kafasına girebiliriz. Özledim o şarkıları söylemeyi, o rakı kafasını. Yaz başı iki şarkı kaydettik aslında, mixleri bekliyor, belki yayınlarız onları. Pek içimize sinmedi, saldık. Ama belki Aralık'ta bir konser yapabiliriz, çalışmalarımız devam ediyor. Sürprizi buradan duyurmuş olalım.

- Son görüştüğümüzde “Her şarkıcı genç kız gibi kendi şarkılarımı yapıyorum” demiştin. Görür müyüz dersin o şarkıları yakında?

Yuppi en sevdiğim konu başlığı! Önümüzdeki günlerde evet bir takım hareketlilikler bekliyorum kendimden. Belli bir tarih yok ama kafamda önümüzdeki sene içinde yavaş yavaş kendi şarkılarımı paylaşmak var. Çok heyecanlıyım, kendi şarkılarımı söyleyeceğim o gün gelse, insanlar eşlik etse filan, hayallerim sabit.

- Bundan sonra nerede görelim, nereden takip edelim seni? Konserler falan?

En aktif Facebook ve Instagram'da takılıyor Kamuran. Her haber orada.

Yeni Video: Pharrell Williams - Happy

Tam 24 saat!

Bu yıl adeta her delikten çıkan Pharrell, bizleri şaşırtmaya devam ediyor. Despicable 2 filmi için yaptığı, pozitif enerji patlaması yaşatan Happy için dünyanın ilk 24 saatlik klibini çeken Pharrell, klip için interaktif bir site hazırlamış. Site, saati ileri almanıza ve klipten belli anları Facebook ve Twitter'da paylaşmanıza izin veriyor. Her çeşitten insanın değişik kıyafetler içinde, farklı mekanlarda ve şarkının adına yaraşır bir şekilde mutlu mesut dans ettiği klipte Tyler, The Creator, Earl Sweatshirt, Kelly Osbourne, Steve Carrell, Jamie Foxx gibi tanıdık isimlere rastlamak da mümkün. 24 saatlik klip burada, 4 dakikalık versiyonu ise hemen aşağıda:


(Off The Record): Vol. XXXVI



1. Girls'ün 3. sezon trailer'ının sonunda yayınlanmış olmasından daha heyecan verici olan Girls'ün yalnızca trailer'ıyla içimizde bir şeyleri harekete geçirebiliyor olması. Fark etmemişiz ama tanışma biteli çok olmuş, bağlar kurulmuş:



2. Kanye West geçtiğimiz hafta Harvard'da mimarlık öğrencilerine "yaratıcılık" üzerine bir konuşma yaptı. Daha fazla açıklama gerektirmemeli.



3. Merak edenler için, Lana Del Rey ölmemiş. Ve hatta kendisini 5 Aralık'ta Tropico isimli yarım saatlik kısa bir filmde görmek mümkün olacak. Trailer neredeyse ilginç hiçbir şey vadetmese de, Rick Rubin hatrına (yapımcılardan biriymiş çünkü) bir bakacağız.


4. Queens of The Stone Age kliplerindeki frekansı tanımlayabilecek, her şey yerli yerine oturacakken özellikle çıkartıp attıkları eksik parçaya işaret edebilecek birini arıyoruz. Formülü bulana ödül var. (En fazla alkışlarız.)

Ninni: Isobel

21 Kasım 2013 Perşembe

Björk dinlemek için bu geceki nedenimiz, Björk'ün doğum günü olsun.

İyi geceler.

Albüm: Arcade Fire - Reflektor

Işık oyunları

Kimilerine göre son on yılın en önemli grubu, kimilerine göre ise Grammy alması mantık hatası olan indie bir topluluk. Oysa onlar sadece Arcade Fire. Kendileriyle tanıştığımızda cenazeye gider gibi giyinmişlerdi, şimdi ise dans ediyorlar. 

Kalıpları kırmanın günümüzde şart olduğunu savunup sonrasında ise belli grupların belli tarzları olduğu eski günlere özlemini ifade edenleri görmüşsünüzdür. Onlara göre Oasis yalnızca Brit rock çalar, başka bir işe kalkışmazdı. Thin Lizzy rock'n roll ile uğraşır, caz yapmazdı. Çok şanslıyız ki o günler geride kaldı. Gruplar ya da müzisyenler kendilerini belli bir tarzın önderi olma misyonuyla sınırlamıyorlar. Müzik çok hızlı değişiyor. Reflektor, içinde bulunduğumuz ani değişimlerle dolu bu çağın bir tanımı gibi. 


Yazdan gündemimize düşen David Bowie'li Reflektor, hemen arkasından Haiti usulü graffitilerin dünyaya yayılması derken geldik bugüne. Selvi boylu Win Butler ile al yazmalı Régine bu sefer ne yapmıştı? Indie sahnesinin Grammy'li grubu aniden dans etmeye başlamıştı, olacak iş miydi? Reflektor'ı ilk dinlediğimizde bu sorular çoğumuzun kafasını kurcalıyordu. Derken Roman Coppola'nın yönettiği, adına video da kısa film de diyemediğimiz bol konuklu Here Comes The Night Time geldi. We Exist ve Normal Person şarkılarını da böylece dinlemiş olduk. Tüm bunlar olurken Arcade Fire aynı zamanda çeşitli teaser'lar yayınlayarak akıl sağlığımızı tehdit etmeye devam ediyordu. Sabrımızın sonuna yaklaşıyorduk. Albümün en parlak, en oturmuş şarkısı olan Afterlife da yayınlandığında artık hazır olduğumuzu anladık.


Sonunda Reflektor'ın tamamına kavuştuğumuzda ise James Murphy'e müteşekkirdik. Dans vardı, disco işte oradaydı ama kendini sorumsuzca kaybeden kimse yoktu. Varoluşsal sorgulamalarıyla Win Butler yine bizimleydi, göz makyajını biraz abartmıştı o kadar. Alıştığımız ne varsa hala oradaydı; yok olmamıştı, sadece form değiştirmişti. 


Dışarıdan bakıldığında Reflektor, Win Butler ve ailesinin discoya merak sarmasından ibaretmiş gibi gözüküyor olabilir. Herhangi bir Arcade Fire şarkısının asla tek bir boyutu olamayacağını ise şimdiye kadar öğrenmiş olmanız gerekir. Zamanında din bilimleri öğrenimi gören Win Butler'ın sözlerinde  -her zamanki gibi- "öteki dünya"ya ilişkin kavramlar görüyoruz. Kimileri ilahi konulardan bahsetmeyi ukalalık ya da snobluk olarak algılasa da sürekli aynı sıkıcı ilişkilerden bahsetmediği için bizler kendisine teşekkür ediyoruz. Kalp kırıklığınıza çare olacak ağlak şarkılar arıyorsanız eminiz ki Reflektor'da bulamayacaksınız. Onun yerine kafanızdaki bütün soruları sizin yerinize soran Afterlife'ı dinleyebilirsiniz. Ya da rock'n roll sevginiz yerinde duruyor mu diye bakmak için Normal Person dinlemenizi önerebiliriz. Albüme ismini veren Reflektor, hayat görüşünüzü sorgulatacak nadir disco şarkılarından biri. Here Comes The Night Time ise albümün ciddi şeylerden bahsederken bir yandan da iyi hissettirebilen şarkılarından bir diğeri. Efsanevi Billie Jean'i anımsatan ve farklılıkların varlığından bahseden We Exist de unutulmamalı. Grubun geldiği yeri unutmadığına dair kanıt arayanlar için de Joan of Arc diyelim, gerisini size bırakalım.



Arcade Fire artık the Suburbs ya da Neon Bible dönemlerinde olduğundan çok farklı, tüm dünyayla beraber biz de bunun farkındayız elbette. Bu farklılık dinleyeni korkutmuyor, müziğe yabancılaştırmıyor. Aksine, çağı belki de en iyi şekilde özetleyen bu grubun evrilme sürecine tanıklık edebildiğimiz için şanslı hissediyoruz.

Shameless Sezon 4: Fiona is Shameless (Teaser)

Fiona goes crazy!

Ocak ayında dördüncü sezonuna start verecek olan Shameless'dan akıldaki soru işaretlerini yenilerini ekleyecek teaser geldi. Dolayısıyla da videonun ana fikri; Fiona Gallagher.

Siyahlara bürünen ama bunu yas tutmaktan ziyade çılgın atacağı her halinden hissedilen Fiona (Emmy Rossum) için ''Sonunda!'' desek mi demesek mi bilemedik. Frank Gallagher gibi bir baba varken insan arkada kalan çocukları düşünmüyor değil. Tez zamanda kendini toparlar Fiona kızımız diye umuyoruz.

Ayrıca üçüncü sezonun son bölümünde kayıplara karışan Jimmy (Justin Chatwin)'nin diziye bir daha geriye dönmeyeceği spoiler'ı John Wells tarafından açıklandı. Bundan sonra işimiz teaser takibine ve 12 Ocak'ta yayınlanacak ilk bölüme kaldı gibi görünüyor.




Yeni Şarkı: Eliza And The Bear - It Gets Cold

Battaniyeler elimizde

Bu sene içerisinde tanıdığımız ve tanıştırdığımız gruplardan Eliza And The Bear'den yeni bir şarkı var. Bir sonbahar şarkısı niteliğindeki It Gets Cold, gruba olan sevgimizi bir kez daha arttırdı. Etkileyici James Kellegher vokaliyle, sonbaharın getirdiği yükü bir nebze olsun azaltan It Gets Cold;

Yeni Video: Franz Ferdinand - Bullet

Başınızı döndürmeye geldiler

Bu sene çıkardıkları Right Toughts, Right Words, Right Action albümünün hesabına bir video daha ekleyen Franz Ferdinand, Bullet'e siyah-beyaz bir klip çekti. Çember düzeneğindeki kamera ile şarkıdan sonra videosuyla da başımızı döndürmeyi başardılar.

Yeni Şarkı: Röyksopp - Something In My Heart

Röyksopp'tan özlediğimiz hareketler

Elektronik müzik ikilisi Röyksopp, 2011 yılının Aralık ayında Susanne Sundfor vokalli Running to the Sea single'ının ardından yeni bir single haberiyle geldi. Bu haberle birlikte single'a eşlik edecek Something In My Heart ortaya çıktı. Bu kez kendilerine The Irrepresibles solisti Jamie McDermott eşlik ediyor.

 

Röyksopp'ta nerede kalmıştık ?




Ninni: Mermaids

18 Kasım Pazartesi

Vazgeçebilmek için yeteneksiz yaratıklarız.

İyi geceler.



                    

Yakında: Sofar Sounds İstanbul

Her şey müzik için!

Hip'lik mertebesine ulaşmasına üç kala yeni organizasyonları kucağında toplayan İstanbul, yeni olayıyla yine gündemde: Sofar Sounds

#evdekonser hastag'iyle rahatça açıklanabilecek Sofar Sounds, New York ve Londra'da başlıyor ve gece hayatının en renkli şehirlerine taşıyor. Telefon kullanmamak, yemek yememek, sohbet etmemek ve müziğe kitlenmek Sofar Sounds'un asıl noktası. Fikir babası Rafe Offer, müzisyen arkadaşlarına destek olmak amacıyla bu geceleri sessiz sedasız düzenlerken, artık dünya çapında olan Sofar Sounds'un New York sorumlusu Jodie Belman işin matematiği olmadığı ve samimiyetin konserleri güçlendirdiğini vurguluyor.


Peki bu konserlere nasıl katılabiliyoruz?
Etkinliğe kaydınızı yaptırıyorsunuz ve size gelecek maili beklemeye koyuluyorsunuz. Etkinlikten 1 gün önce konserin hangi evde (yani oturma odasında) gerçekleşeceği ve etraflıca detayları mail yoluyla öğreniyorsunuz. Konserler kar amacı gütmediğinden; ücretsiz.

Sofar Sounds'un aslında tek kuralı var:
Konser boyunca konuşmak yasak! Yemek yemek ve telefonla konuşmak da yasak.  Hatta ideal de ayakta dolaşan dinleyiciler olmamalı.


Sofar Sounds'un en güzel özelliklerinden biri de;
Taze Kan dediğimiz gelecek vaad eden grupların sahne alması. Ev samimiyetinde, yeni grupların yeni müziklerine dokunmak. Heyecan verici.

https://www.facebook.com/sofarsounds
https://www.facebook.com/sofaristanbul
http://www.sofarcreative.com/

Bir kaç Sofar Sounds performansı üzerinde durmadan geçmeyelim. Ev ve koltuk deyince akla ilk olarak ''akustik'' geliyor. Ev ve salon deyince ''partilemek'' fiili de zihne ilk oturanlardan. Peki beatbox? Resital? Rap Sessions? (Metal'e hiç rastlamadık.)


Belli bir janra kısıtlamasına gitmeyen Sofar Sounds'da sahne alacaklar tamamen sürpriz. Bu durum çeşitlilik oluştururken, daha fazla insana ulaşarak her telden müzik dinleyenleri tek çatı altında topluyor.

İstanbul'un zengin alternatif sahnesinde neler olacak, nasıl performanslar çıkacak ve en önemlisi Sofar Sounds ne zaman başlayacak gibi sorular şimdilik sadece soru olarak gizemini koruyor olacak.


Yeni Video: M.I.A. - Y.A.L.A.

Bu kez karavana

Matangi ile bu yılın en farklı ve en güzel albümlerinden birine imza atan M.I.A., hiç şüphesiz ki son yılların en harika kliplerine sahip isimlerinden biri. Albümün çıkışından kısa bir süre önce duyup aşık olduğumuz Y.A.L.A.'nın klipsiz bırakılması söz konusu olamazdı tabi. Daha önce Kenzo'nun bir defilesi için "Matangi Mix for Kenzo"yu yapan M.I.A., bu sefer Y.A.L.A.'nın klibi için markayla tekrar bir araya geliyor. Bol ışıklı, makyajlı ve rengarenk olsa da klip, M.I.A.'in eski işlerine göre biraz sönük kalıyor. Bir Bad Girls bekleyenler bizim gibi biraz hayal kırıklığına uğrayabilir, ama kendisini bağrımıza basmaktan tabi ki vazgeçmiyoruz.

 

Yeni Video: Little May - Hide

Biz gideriz ayine, hey ayine

Dünyanın bir ucundan Avustralya'dan aramıza katılan Little May, indie-folk'a memleketlerinin havasını kattıkları, grupla aynı ismi taşıyan bir EP yayınlamışlardı. Yaptıkları müzik ile dikkatimizi çeken grup, EP'lerinden Hide şarkısına bir video çekince bunu sizlerle paylaşmayı bir görev bildik. Ayinleriyle meşhur Avustralya'nın bir ayinine bizimle beraber yola çıkın.

Ninni: Buzzcut Season

14 Kasım 2013 Perşembe
Gerçeğin olmadığı yerde yanlışlara yer yok.

İyi geceler.

U2'dan Yeni Albüm Haberi

Nisan'da

2009'da çıkardıkları No Line On The Horizon'dan sonra devasa bir turneye çıkan ve bu esnada ülkemizi de es geçmeyen U2, sessizliğini bozdu ve 13. albümlerinin duyurusunu yaptı. Şimdilik çok fazla bilgi açıklanmamış olsa da bildiklerimiz bizi heyecanlandırmaya yetti. Albümün Nisan'da çıkması bekleniyor. Prodüktörü, şimdilerde Broken Bells'in yeni albümüyle de meşgul olan Danger Mouse. Albümle ilgili daha fazla detaya ise Şubat'ta gerçekleşecek olan Super Bowl sırasında yayınlanacak bir reklamla kavuşacağız. Her yıl milyonlarca Amerikalı'nın yaptığı gibi bizim de Super Bowl'a kitlenmememiz için hiçbir sebep kalmadı.


Top 10: Drake

Ailenizin rapçisi

Daha çok "YOLO" muhabbeti ve "Drake the type of nigga..." esprileriyle duysak da Drake bunlardan çok daha fazlası. Sadece birkaç yıl içinde dünyanın en büyük hip-hop sanatçılarından biri olmak kolay iş değil. Drake'in başarısı, yazdığı harika sözleri saymazsak, hip-hopR&B ve pop ile mükemmel bir şekilde buluşturup alabildiğine damar şarkılar yapabilmesi. Her albümle birlikte kendini aşması da cabası. Nothing Was the Same'ın Ipodlarımızı süslemeye hala devam ettiği şu günlerde, Drake diskografisine bir Top 10 listesiyle göz atmanın iyi bir fikir olacağını düşündük. O zaman başlayalım.

10- Up All Night (feat. Nicki Minaj):
Nicki Minaj'dan nefret edebilirsiniz, ama konuk olduğu şarkılarda çoğunlukla kendini aştığı bir gerçek.


9- Connect:
Nothing Was The Same'in gizli cevheri.


8- Crew Love (feat. The Weeknd):
Drake ve The Weeknd o kadar uyumlu bir ikili ki, "Beraber albüm yapsalar keşke" demekten kendimizi alamıyoruz.



7- Over:
"I know way too many people here right now that I didn't know last year, who the fuck are y'all?"



6- From Time (feat. Jhené Aiko):
Jhené Aiko'nun sesiyle bir adım öteye taşıdığı şarkı, yılın belki de en vurucu eserlerinden.


5- Headlines:
Muhtelemen birçoğumuzu Drake ile tanıştıran şarkı. İyi ki de tanıştırmış.


4- Find Your Love:
Drake'in ne kadar mükemmel R&B yapabildiğini yüzümüze yüzümüze vuran parça. Ayrıca 808s & Hearbreak'in etkisi paçalardan akıyor.


3- Take Care (feat. Rihanna):
Jamie xx'in Gil-Scott Heron'ın şarkısına yaptığı remix'in bir nevi cover'ı olan şarkı, Rihanna'ın etkisiyle ve klibiyle dağları deliyor, bizi tam kalbimizden vuruyor.


2- Hold On, We're Going Home:
Drake pop yapar, şarkı söylerse ne olur? Çok iyi olur çok da güzel olur.



1- Marvins Room:
Take Care albümünün ilk single'ı olan şarkı, Drake'in tarzının mükemmel bir özeti: Minimal altyapı, vurucu sözler ve R&B etkileşimi.
"Are you drunk right now?"


 

Popular Posts