Yeni Albüm: Low - The Invisible Way

İyi ki doğdun

Low, 20. yaşını yeni albümle kutluyor.

Wilco'dan tanıdığımız Jeff Tweedy prodüktörlüğünde kaydedilen The Invisible Way, Mart ayında yayınlanacak. Baterist/vokal Mimi Parker, 11 şarkılık albümde 5 parçayı seslendiriyor.

Kalpleri kırmaya devam edecek gibi görünen Low'un şeftalili albüm trailer'ı için sizi şuraya alalım:

Yeni Albüm: Coldplay

Ara yok...

En az üç sene ara vereceği konuşulan gruptan yalanlama geldi. Avustralya konseri sırasında solist Chris Martin'in söylediği üç sene içerisinde bu büyüklükte bir konser olmayacağı söylemi grubun en az üç sene sürecek bir ara vereceğine yorumlanmıştı. Buna rağmen yaptıkları son röportajda grup elamanları bu lafın yanlış anlaşıldığını sadece yeni bir albüm çalışmasına başladıklarını ve o sözü, bu süre içinde yeni bir dünya turnesi olmayabilir anlamında söylediklerini açıkladılar. Yapacakları yeni albüm ismini açıklamasalar da yeni albümün isminin Mylo Xyloto'tan daha kolay okunacağını belirttiler.

Dünya turnesi olmayacağı haberi Türkiye'de bir Coldplay konseri bekleyen bizleri üzse de dağılmayacaklarını bilmek içimizi rahatlattı. Son olarak yakında piyasa çıkacak olan Mylo Xyloto'nun hikayesiyle sizi baş başa bırakalım;




(Off The Record): Vol XXIV


1. Roger Waters konserinin açıklanmasıyla oluşan heyecanımız bilet fiyatlarının açıklanmasıyla biraz örselendi. Yine de vereceğimiz değeri alacağımıza eminiz.



2. Her hafta yeni bir Rihanna albümü haberi yazacak zamanlar bizce yakın.



3. Cem Yılmaz en son gösteresi Fundamentals'i sinemalarda gösterime sokacak. Cem Yılmaz'dan dinleyin.



4. Telaşa mahal yok, Freaks and Geeks cepte.



5. Konser takvimine her gün yeni isimler ekleniyor. Akla ilk gelenler; Asaf Avian ve Wild Nothing.



*Görsel: Massive Attack - Heligoland

Top 10: Crystal Castles

I, II, III

8-bit, distort edilmiş elektronik ritimler, pürüzsüzlüğün yanından geçmeyen Alice Glass vokali ve her ne kadar anlaması zor olsa da içeriği zengin şarkı sözleri. Bu söz öbekleri arasına artı işareti koyduğunuzda yolunuz Crystal Castles I, II ve III albümlerine düşecektir.

Evet, bu sefer ki top 10, Crystal Castles'in yeni albümü şerefine hazırlandı. Crystal Castles III'ü dinlemeyenlere hemen koşun dinleyin önerisinde bulunurken altına da not olarak soundlarını ne kadar değiştirdiklerini, müziklerinde ideolojik kavramların ve danstan biraz uzak ama daha temiz, daha olgun şarkıların olduğunu belirtiyorum.

Öyleyse özlediğiniz veya henüz tanışacağınız parçalar için sizleri top 10 ile baş başa bırakıyorum:

10-Lovers Who Uncover
Doğru söze ne denir!


9- Suffocation
Çağrışımlar çok önemli:


8- Emphaty
Crystal Castles işi olmasaydı hakkında çok farklı düşünebilirdim:


7- Crimewave
Canlı versiyonu: İstanbul'a da bekleniyordu!


6- Vanished
Klasiklerden biri olmasının vakti geldi:


5- Plague
Son albüm beklentilerin dışında olsa da Plague loop'daki yerini aldı:


4- Baptism
Karasızlık: Courtship Dating


3- Untrust Us
Crystal Castles ile ilişkilerin ilk adımlarından: ''la cocaina is not good for you.''


2- Celestica
''Follow me into nowhere woven with the utmost care.''


1- Not In Love ft. Robert Smith
Ben buna şarkı diyemiyorum, bambaşka bir şey bu:


Tarih: Müziksever, Listeler ve Akademi Uyurken

Azalarak bitmemiz harika olmadı mı?

IQ değerlerinin eksileri gördüğü bir haftasonu akşamında, televizyonda playback yapan bir şarkıcının yapaylığında, Lana Del Rey’in kötü ötesi sahne performanslarında, her gün yenisi türeyen, albüm çıkara çıkara bitemeyen mankenlerde, belki müzik endüstrisinin olmasa da, gerçek müzikseverin kaybettiği şeyler var. Bunları yaratan teknolojilerin gelişmesine, bu sesleri daha dinlenebilir kıldığı için sevinmeli mi, bizi kandırdığı için üzülmeli mi ikileminden çıkmak zor. 22 sene öncesine ait, girişte bahsedilen her şeye rahmet okutacak hikayeyi duyan müziksever, belki bir cevap bulur. Belki de bulmaz.

1988 yılında Münih’te, prodüktör Frank Farian tarafından yaratılan bir grup olan Milli Vanilli, Fab Morvan ve Rob Pilatus’tan oluşan bir pop ikilisidir. Grup, ABD’de çıkardığı ilk albüm olan “Girl You Know It’s True” ile altı platin plak kazanmış, Billboard 200’de bir numaraya yükselmiş, albümün neredeyse yarısı hit olmuştur. Grubun müzik piyasasına fırtına gibi girişi, 22 Şubat 1990’da “En iyi Yeni Sanatçı” dalındaki Grammy ödülüyle zirvesini yapmıştır. Güzel hikaye. Aslında pek değil.

Grubun, röportajlarında kendisini hissettiren kötü İngilizcesi, grup hakkındaki ilk soru işaretlerini çizer. Soru işaretlerini kalınlaştıran, onları tarihe kazıyan olay ise 1989 yılının sonlarına doğru, MTV için düzenlenen bir konserde yaşanır. Konserde en ünlü şarkılarını söyleyen gruptan, bir anda bozuk plaklara taş çıkaracak bir performans gelir: “Girl you know it’s- Girl you know it’s…” Grup aynı mısrayı 7-8 kez söyledikten sonra sahneden kaçar, olay grubun yapımcıları tarafından hasıraltı edilir.

                                

Böylesine bir saçmalığın o dönemde dikkat çekmemesi 21. yüzyıl nesline garip gelebilir, sosyal medyanın iki onyıl arasında dünyaya çağ atlattığını belgeleyen belki de en güzel örneklerden biri de bu. Twitter’ın, Facebook’un varlığıyla Milli Vanilli’yi saniyeler içinde çökertecek skandal, o dönemde etkisini ancak bir sene içinde gösterir. Frank Farian, 15 Kasım 1990’da, bundan 22 yıl önce, grubun hiçbir şarkıda vokal yapmadığını, her şeyin “lip-synch” ile, grubun çalan şarkıya playback yapmasıyla yürüdüğünü itiraf eder. Bir Grammy ödülünün ilk ve son kez geri alındığı tarih, yine o günlere denk düşer. Milli Vanilli dünyayı kandırmış, ancak bu yalanla yaşamaya 2 yıl dayanabilmiştir.

İşin daha komik yanı, ikinci albüm için üretilen şarkılarla ne yapacağını bilemeyen yapımcı Frank Farian’ın, şarkılara “gerçekten” vokal yapan insanlarla “The Real Milli Vanilli” grubunu kurması, son saniyede kapağı değişen albümün tutmaması olur. Toplum, güzel seslere, güzel/yakışıklı yüzlerin eşlik etmesini istiyor. İkisinin de nadir bulunduğu, daha da nadir durumlarda eşleştiği bir dünyada, bazen Milli Vanilli’lerle uyutulmaya ihtiyaç duyulabilir. Çoğu yalan, ortaya çıkana dek güzeldir.

Oradayız: Fucked Up

22 Kasım'a saatler kala...
Kasım ayı etkinlik takvimini girdiğimizde merakımızı yukarılara çeken konser haberi Babylon'da gerçekleşecek Fucked Up performansı olmuştu. Zira son iki yıldır hangi müzik mecrasını açsak hemen hemen her gün kendilerine dair haberlere rastlıyorduk. Punk, hardcore civarlarında müzik icra eden bir grubun indie müzik haberleriyle döşeli mecralarda sıkça yer alması "Neden ama?" sorularını elbette beraberinde getirmişti bizler için. Bu merak da zaman içinde yerini araştırma, tanışma sürecine bıraktı tabii.

Bu noktada Fucked Up'la olan tanışıklığım 2011 yazına tekabül ediyor. Haziran 2011'de yayınladıkları David Comes To Life albümü grup için de bir nevi dönüm noktası, daha geniş bir kitleye dokunmanın ilk adımları. Ancak belirmekte de fay var; 2011 yazına gelene kadar Torontolu altılı pek çok single'a ve iki albüme imza atmıştı hali hazırda. 2009'da Matador bünyesine dahil olmalarının 2011'deki çıkışlarına yadsınamaz bir katkı sağladığının da altını çizmek lazım. Biz tekrar grubun parlama noktası olan David Comes To Life'dan bahsedecek olursak; albüm 17 şarkıdan oluşuyor ve konsept sıfatını hakkıyla taşıyor. 78 dakikaya yayılan David'in hikayesinde zaman zaman agresyon zaman zaman depresyon kokluyoruz. Punk/hardcore yapmalarına karşın indie müzik mecralarında bu denli yer almalarına hak veriyoruz. Zira albüm özene bezene yapılmış; melodik, vurucu ve tertemiz. David'in hikayesine kulak kabartmak ziyadesiyle çekici.

Fucked Up'a ilişkin daha çekici şeyler de var tabii. Misal, isimlerinin teatral tarafı cezbedici. Gruba ilişkin asıl vurucu tarafsa sergiledikleri canlı performanslar. Keza verdikleri konserler esnasında vokalist Damian Abraham zaman zaman çırılçıplak kalabiliyor, yeri geliyor seyircilerin arasına karışıyor. Canlı performanslarının çılgınlığıyla nam salan ekibin Babylon'da sergileyeceği performansı merakla, içimiz titrer bir halde bekliyoruz. Orada olacağız ve bütün enerjimizi bu uğurda tüketeceğiz, yalan yok.

Bu da ufak çaplı ısınma turu olsun:

Müzikal: Jeff Buckley ve Shakespeare

"Oh, teach me how I should forget to think"

Aralarındaki 400 yıla rağmen Jeff Buckley ve William Shakespeare'in ortak noktası nedir? İkisi de hissettiğiniz ama dile getiremediğiniz aşklardan ve kalp kırıklıklarından bahseder.

Yönetmen Alex Timbers bu benzerliği anlatmaya değer bulmuş olacak ki bunu bir müzikale dönüştürmeye karar vermiş. The Last Goodbye adını taşıyacak olan müzikal için Romeo and Juliet'inin modern versiyonu diyebiliriz. Baz Luhrmann'ın 1996 yapımından farkı ise hikayenin Jeff Buckley şarkılarıyla anlatılacak olması.

Aralarında "Lover, You Should Have Come Over"ve "Eternal Life"ın bulunduğu şarkı listesinde Buckley'e hak ettiği ünü getiren Leonard Cohen cover'ı "Hallelujah" da yer alacak.

Provalara Ocak ayında başlanacak olan müzikali dünya gözüyle görmek hayallerde olsa da heyecanlanmamak elde değil.

Hep birlikte hüzünlenmek için:

Mixtape: Manchester



 Şehre ruhunu veren müzik sahnesi   


Stone Roses gerçekten Picasso’dan önemli midir? Shaun Ryder, Yeats’ten bu yana gelmiş en iyi şair olabilir mi? Barcelona’daki o büyülü akşamda United masalsı bir geri dönüş yaparken, hiç vazgeçmemelerinin arkasında ne vardı? Ya o, Morrissey şarkısına konu olmuş Münih’teki kara günde yıkılan takımı, küllerinden tekrar yaratan Matt Busby’nin azmine ne demeli? Biz söyleyelim, buradaki soruların hiçbirinin tam bir cevabı yok. Hepsi, aslında sıkıcı gibi görünen bir sanayi kentinin içinde sakladığı sihri insanlığa fısıldayan olaylar.

Oasis halihazırda inaktif ve Stone Roses bu günlerde tekrar toplansa da buralara uğraması imkansız görünüyor. O halde gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz: Manchester çıkışlı dünya gözüyle görebileceğimiz en mükemmel topluluk, Manchester United, bugün İstanbul’da oynuyor. Avaz’dan, “Busby’nin Bebekleri”nden bu yana görebileceğiniz en iyi 11 sizlerle:

A Yüzü
                                                        mixtape by mehmetg on Grooveshark

B Yüzü
                                                        mixtapeb by mehmetg on Grooveshark

Yeni Video: Florence and The Machine - Lover to Lover

Florence ile ayrılıklar bile bir başka güzel...

Florence'in sesiyle şenlendirdiği Calvin Harris şarkısı Sweet Nothing'te beraber çalıştıkları yönetmen Vincent Haycock ve Florence Welch birlikteliğinden yeni bir klip daha doğdu. Dinlemelere doyamadığımız albüm Ceremonials'tan Lover to Lover için çekilen klipte Florence'i ayrılık acısı çeken karakteriyle şarkının uyumu ayrılıkları bile daha çekici kılıyor. Karşınızda Lover to Lover klibi demeden önce hüzünlü bir haber, Florence grubuyla yaptıkları turlardan artık yorulduğunu ve bir senelik bir ara vereceğini açıkladı.

Ve karşınızda Lover to Lover klibi;

Florence and the Machine: Lover to Lover on Nowness.com.

Yeni Video: R.E.M. - Blue

Bunun geleceğini görmemiştik

Yaklaşık 1 sene önce dağıldığı haberini duyuran R.E.M. son albümü Collapse Into Now'dan ilk videosunu yayınladı.

Collapse Into Now Film Project adı altında birçok aktör, yönetmen ve yapımcıyla çalışma kararı alan Michael Stipe'ın seçtiği isimler arasında Taylor-Wood, Albert Maysles ve projenin ilk videosunu yöneten James Franco da bulunuyor.

Franco'nun aktörlük dışında yönetmen olarak da sinemayla ilgilendiğini zaten biliyorduk. Lakin asıl şaşkınlık yaratan kısım, videoda Lindsay Lohan'ı görmek oldu. Hali hazırda çok da derli toplu bir senaryoya sahip olmayan videoda sadece "durduğunu" göz önünde bulundurursak Lohan'ın çok da analiz edilecek bir performansı yok diyebiliriz.

Kamera arkasında Franco, fonda Michael Stipe ve Patti Smith ile "Blue" karşınızda:

Oradaydık: The Courteeners - The Cribs

Gürültülü, hareketli, eğlenceli

Bu aralar Avaz Avaz ekibi olarak konserlere, müziğe, eğlenmeye doymak nedir bilemedik. Yorgunluktan öldüğümüz anlar olsa bile -kasım takviminden hatırlayacağınız gibi- gelen isimlere karşı koymak imkansız oldu. Hal böyle olunca cumartesi gecesi soluğu garajistanbul'da aldık.

The Courteeners ve The Cribs'i dinleyeceğimiz geceye The Courteeners' ile başladık. Grubun, sakin ve bir o kadar eğlenceli sahne performanslarına son üç şarkıyla eşlik edebildik. The Courteeners'in şubat ayında yayınlanacak albümü Anna'dan tadımlık parçalar çaldığını öğrendiğimiz konsere baştan sona vakıf olamadığımız için üzülürken, albüm öncesi grubu sahnede görmek oldukça keyifliydi.


The Courteeners ile sakin başlayan gece, The Cribs'in sahnedeki yerini almasıyla hızını ikiye katladı.Yer yer brutal vokale kulak verdiğimiz konser her şarkısıyla pogo'ya davet ediyordu. Ama hepimiz ''belli bir yaş''ın üstünde olduğumuz için coolluğumuzdan ödün vermedik! Men's Needs'den Be Safe'e, Hey Scenesters'den Mirror Kissers'a kadar sevilen bir çok parçasını canlı dinleme fırsatı bulduğumuz konser, bol gürültülüydü. Ayrıca sahne performansları görülmeye değerdi ki bir ara davulcu Ross Anthony Jarman'dan gözlerimi alamadım. Son şarkılarının bitimiyle Ryan Jarman gitarını amfiye vurduğu gibi sahneyi terk etti. Gecenin en akılda kalan kısmı bu dakikalardan oluştu.

Ve konser;

*Kalabalık değildi. Hınca hınç dolu olmasını beklemiyorduk ancak katılımın düşük olması üzücüydü. 

*Kulaklarımızı ve hatta beyinlerimizi garaj'da bıraktık. Ses sistemi sorunsalı yine baş roldeydi.

*The Cribs vokali Ryan Jarman için sanki başlarda her şey güzeldi. Ancak sonrasında canını sıkan bir şeylerin olduğunu -kişisel düşüncelerim çerçevesinde- düşünüyorum. 

*The Courteeners ekibi samimi tavırları ve izleyiciyle kurduğu iletişimle daha önce neredeydiniz sorularını beraberinde getirdi.

*+24 yasası uygulanması gereken en son konserdi!



Yeni Video: Beach House - Wild

Fazla duygu cilde zarar...

Beach House, Bloom ile bu senenin en iyi albümlerinden birini altına imzasını atmıştı. Grup, bu güzel albüm atmosferini klipleriyle de devam ettiriyor. Wild şarkısına çektikleri duyguların en yoğun olduğu anlardan oluşan videoda arkadan gelen müzikle umut aşılamayı elden bırakmıyor.

Karşınızda Johan Renck yönetiminde Beach House'tan Wild;

Geliyor: Roger Waters - The Wall Live

3 Ağustos 2013


Bir süredir dillerden düşmeyen Roger Waters İstanbul'a geliyor mu sorusu ve geleceğine yönelik dedikodular sonunda gerçeklikle buluştu. Tarihler 3 Ağustos 2013'ü gösterdiğinde Rogers Waters, The Wall Live muhteşem şovu ile kanlı canlı İstanbul'da sahnede olacak.

2012 yazında Amerika'da başlayan The Wall turnesi, Avrupa'nın şiddetli ısrarı üzerine rotasını tek seferliğine de olsa İstanbul'a çevirdi. Efsanevi The Wall albümümün baştan sona çalınacağı konser için şimdilik yüksek dozda heyecan ve merak söz konusu oluyor.




Dev Kedi: Carey Mulligan

Yeni nesil Audrey Hepburn...
Munis... Tatlı...: Carey Mulligan 2005 yılında Pride & Prejudice'teki performansıyla büyük yapımlara göz kırpmaya başlamıştı. Ancak kalplerimizi orta yerinden vuruşu 2010'da vizyona giren An Education'a isabet ediyor. An Education'daki zerafetiyle ekranların 'yeni Audrey Hepburn'ü tadında okkalı söylemleri ardına alan genç oyuncu, geniş bir kitlenin merakını tabii ki çekmeyi başardı. "I feel old, but not very wise" diyen diline, haline, tavrına tav olmak da farz oldu. Oscar ve Altın Küre adaylığı da peşi sıra geldi tabii.


Kedi Canını Senin: Mulligan, An Education'ın akabinde hızını kesmeden yoluna devam etti. Never Let Me Go'daki performansıyla hayranlarına hayran kattı. Drive'da Ryan Gossling'le birlikte performans sergiledi. Shame'de Michael Fassbender'in karşısına geçti. Anlayacağınız ard arda sergilediği roller isabetli yapımcıların ve isabetli yönetmenlerin ellerinden öpüyordu. Giyimine kuşamına özen gösteren 1985 doğumlu minyon kızımız, kısa saçlı karizmatik kadınlar ekolüne dahil olmakta gecikmediğinden kelli tarzından da söz ettirir oldu. Marcus Mumford'la (Mumford and Sons) geçtiğimiz Nisan'da evlendiğini de belirtmeden geçemeyeceğim.

Bu Konuda Seni İkna Edeceğim: "Durmak yok yola devam!" kıvamında seyreden şirinlik abidesi Carey Mulligan, az zamana kallavi yapımlar sıkıştırarak sinema camiasını çoktan ikna etmişe benziyor. Keza kendisini önümüzdeki aylarda bir Coen kardeşler yapımı olan Inside Llewyn Davis'te, Robert Pattinson eşliğindeki Hold on to Me'de ve F. Scott Fitzgerald romanından uyarlama olan The Great Gatsby'de izleyeceğiz. Leonardo DiCaprio'nun da başrol aldığı The Great Gatsby'nin iştah kabartan "trailer"ıyla şimdilik yetiniyor ve beklemede kalıyoruz.

Oradaydık: Purity Ring

Siz hiç kendinizi dinlediniz mi?...

2012'nin başında Obedear'ı duyduğum zaman "Tam yapmak istediğim müziği yapıyorlar." dediğim bir gruptu benim için Purity Ring. Bir de gruptakilerle yaşıt olduğumuzu öğrendiğim zaman kendi yaptığım müziği dinlermiş gibi oluyordum. Nisan ayında çıkardıkları Shrines albümü kim bilir kaç kere dönmüştür kulaklarımda. Konser haberini duyduğum zaman "Şimdi sıra kendimi sahnede görmekte." demiştim. Konseri anlatmaya başlamadan önce atlamayayım: "+24 yaş sınırı dünyanın en saçma şeyi olabilir."


Konser, Corin Roddick'in kendi düzenlediği müzik ile ışığı yönettiği setinin başına geçmesiyle başladı. Alt bas sesleri bol bol kullanan grup Salon İKSV'nin ses sitemini zorladı. Bu konuda biraz üzüldüm. Yine de peş peşe çaldıkları Belispeak, Amenamy ve Fineshrine ile konserin havasına girmiştim bile. Özellikle Obedear ile kendimi grubun yaptığı ritimlere bıraktım. Kendimle grup arasında bir fark göremiyordum. Sahnedekiler adeta birer "ben"diler.




Dün geceden Megan James'in tatlılığını anlatmadan da geçemeyeceğim. Daha sahne kurulumu aşamasında çıkıp sahne kurulumuna yardım etmesi, konser sırasında konuşma şekli gibi şeyleri bir on santimetre uzaklıktan izleyince ister istemez etkilendim.


Konser süresinde sahneye fazla odaklı olduğum için insanların tepkilerini çok görememiş olsam da Odebear sırasındaki seslerden seyircinin Odebear'a tepkisiz kalamadıklarını söylemek çok da yalan olmaz. 

Hafta içi konserlerini en büyük dezavantajı olan konser bitişinde koşarak eve dönme merasimi yüzünden grupla fotoğraf çekilme fırsatını kaçırdığımı sonradan öğrenmek şimdilerde moralimi bozsa da Turn Up the Night by Miller ekibine Purity Ring'i tam zamanında bizlere canlı izleme fırsatı sundukları için teşekkür ediyorum.

O geceyi tekrar yaşamak isteyenlere;

Belispeak
Amenamy
Fineshrine
Lofticries
Obedear
Crawlersout
Ungirthed
Shuck

*Fotoğraflar için Uğur Portakal'a teşekkür ederiz.

Yeni Video: Metric - Breathing Underwater

Emily Haines aşkına

Metric, bu yazın başında çıkardığı albümü Synthetica'dan Breathing Underwater'ın videosunu yayınladı.

Grubun ortalığı kasıp kavuran -bizim de nasiplendiğimiz- yaz turundaki konserlerinde çekilen görüntülerden oluşan videoda Metric izlemenin coşkusuyla eğlenen seyircilerin yanı sıra havalı deri ceketi içinde sahnede ceylan gibi seken bir Emily Haines görüyoruz.

Konseri yad etmek, gidemediyseniz hayıflanmak için:

Bir Arada (2): Queens Of The Stone Age & Trent Reznor

Neler oluyor?

Gün geçmiyor ki Trent Reznor cephesinden yeni bir haber gelmesin.

Bir yandan How To Destroy Angels EP'si, bir yandan yeni Nine Inch Nails haberleri derken dilimizden düşmeyen Reznor, dün Reddit kullanıcılarından gelen soruları cevaplarken şu sıralarda uğraştığı projeler sorulduğunda "Yeni Queens Of The Stone Age albümü için Josh ile birlikte bir şarkı üzerinde çalışıyorum," dedi.

Geçtiğimiz günlerde söz konusu albüme Dave Grohl'un da dahil olduğunu düşünürsek yeni Q.O.T.S.A. albümünü merak etmemek artık mümkün değil.
.

Esas Oğlan: Jesse Eisenberg

Yeni nesil "çekici"

Fakir Ama Gururlu: Okul yıllarından itibaren tiyatroyla içli dışlı olan Jesse Eisenberg, 2002'de Roger Dodger'da rol alarak dikkatleri üzerine çekti. The Squid and The Whale'de ise Hey You'yu yazdığını iddia ederek tüm "garip"liğiyle kalbimizde yer etti. Michael Cera ile birlikte yeni jenerasyonun "geek" kahramanları olarak anılmasına ise hiçbir itirazımız yok.



Biz Sevişiyoruz: 2000'lerin ikinci yarısının kendisi için oldukça hareketli geçti. 2009'da Adventureland ve Zombieland'deki performanslarıyla adını geniş bir seyirci kitlesine duyursa da asıl bombası 2010'da David Fincher'ın yönettiği The Social Network oldu. Kendisine En İyi Aktör dallarında Golden Globe ve Academy Award'da adaylık getiren Mark Zuckerberg rolü, Eisenberg'in genç yaşına rağmen ne kadar yetenekli olduğunun ve nerelere gelebileceğinin kanıtıydı. 2011'de Saturday Night Live'ın sunuculuğunu yapması ise daha fazla Jesse Eisenberg görme fırsatı demekti.



Bitmesin Bu Rüya: Kendisini yakın zamanda Woody Allen'ın son filmi To Rome With Love'da "filmi tahammül edilebilir kılan faktör" olarak izledik. 2013'te gelmesi beklenen Now You See Me'de Morgan Freeman ve Michael Caine gibi efsane isimlerle rol alacak.
.

Oradaydık: Gigology Weekend

Dance to death

Cuma gecesinden başladığım Gigology Weekend'in yorgunluğunu henüz üzerimden atabilmiş değilim. Adeta önümüzdeki üç yılın dansını doya doya cuma ve cumartesi gecesinde tamamladım. Bunda Gigology Weekend line-up'ının gönlüme göre olması da baş rolü oynuyor.


9 Kasım Cuma: Büber vs. Style-ist / Tiger & Woods / Surrender!

Bütününü hatırlamakta zorlandığım cuma gecesi Büber ve Style-ist DJ seti ile başladı. Yarı içeride yarı dışarıda geçirdiğim zaman diliminde perşembe gecesinin nasıl geçtiğini öğrendim. Sonrasında Gigamesh'i kaçırmanın verdiği hüzünle Tiger& Woods için yeniden Babylon'da yerimi aldım.


Merak ve heyecanla beklediğim ikili DJ setin başında harikalar yarattı. İstanbul'a ilk defa Gigology kapsamında gelen grubun canlı performansı hafta sonunun ne kadar da hızlı başladığının adeta habercisiydi. Müziğin hızlı ritmini canlı dinlediğim gecede yine aynı cümleyi kurabildim: ''Tekrar gelsinler.'' Gecenin son ismi ise Surrender! oldu. Ne zamandır beğeniyle takip edip de sahne alacağı günü beklediğim Surrender!, nihayetinde cuma gecesi ilk canlı performansını gerçekleştirdi. Her seferinde yüksek dozda dansla eşlik ettiğim parçaları Babylon'da dinlemek, cuma gecesinin en güzel anılarından biri oldu. Surrender! macerasının bitmesiyle yorgun düşen bünyem, bunun daha yarını da var, Deep Shit'i, Club Bangkok'u var diyerek evin yolunu tuttu.


10 Kasım Cumartesi: Yesh! Me Lady / Deep Shit (Edwin Congreave (Foals) & Jack Savidge (Friendly Fires) / Club Bangkok

Grupça yaptıkları işleri yakından takip ettiğimiz iki isim Jack Savidge (Friendly Fires) ve Edwin Congreave (Foals) 'in gruplarından bağımsız Deep Shit projesiyle İstanbul'a geleceklerini öğrendiğimiz günden beri heyecanlıydık.  Bir de peşinden Club Bangkok'un çıkacak olması, dans etmekten yorulacağımız bir gecenin müjdesini veriyordu. Ayrıca böyle performanslara dans etmeyi seven arkadaşınızla gittiğiniz zaman dansa doyduğunuz anlar kapınızda oluyor. Hal böyle olunca Ahmet arkadaşımı kaptığım gibi yine Babylon'un yolunu tuttum. Kapıdaki kalabalığı ve arkadaşları görünce oyalanmalar, sohbetler, muhabbetler gecikmedi. Yesh! Me Lady dinlemek böylece başka bahara kalmış oldu. Gel gelelim Deep Shit'e! İkili sahneye çıktıkları zaman başlarda "Biz buraya görevimizi yerine getirmeye geldik" havasında olsalar da zaman geçtikçe "Biz buraya eğlenmeye/eğlendirmeye geldik" fikrine ulaştılar. Başarılı performansları bütün coolluğumuzu unutturup müziğin ritmine fazlasıyla ayak uydurma konusunda öncü rol oynadı. Oldukça keyifli geçen sahneleri hafızalardaki yerini almış oldu. Heyecanımız ve merakımıza veda ederken sahne artık Club Bangkok'undu. Her zaman olduğu gibi yine çılgın attığımız parçaların art arda gelmesi yorgunluk kelimesini anlamsız kıldı, dansa kaldığımız yerden devam ettik. Sahne şovlarına yine diyecek yoktu. Punk rock'tan hip-hop'a kadar geniş skalada çaldıkları parçalar ile Babylon ziyaretçilerini coşturmakta gecikmediler. 


Bizde kapıda yakaladığımız Jack Savidge ve Edwin Congreave ile fotoğraf çektirmekte gecikmedik. Kısa süreli sohbet sonrası tatlı yorgunluk sebebiyle veda ettik ve Babylon'dan ayrıldık. Geçen iki gecenin ikisi de birbirinden güzeldi. Yeni konseptler de her daim olmasını istediğimiz işlerden. Bu noktada Babylon ve Gigology'e teşekkür ediyor, yeni konserleri şimdiden beklemeye koyuluyoruz.

Yeni Şarkı: Jim James - Know Til Now

Siz onu bir de yalnızken dinleyin

My Morning Jacket'ın solisti Jim James, solo albümüyle geliyor.

5 Şubat'ta yayınlanacak olan Regions of Light and Sound of God'ı hazırlarken Lynd Ward'ın God's Man isimli çizgi romanından esinlenen James, albümün "başka bir dünyadanmış" gibi duyulmasını istediğini söyledi.

Albümden yayınlanan ilk şarkı Know Til Now ise bir mail adresi kadar uzağınızda:


Ninni: Tonight You Belong To Me

11 Kasım 2012



İki kişi, gülmek için kahkahaya ihtiyaç duymaz.

Esas Oğlan: Seth Rogen

 Kaslı erkekleri çekici bulmayanlar buraya..


Fakir Ama Gururlu: Kanada'dan Las Vegas'a taşınmak sektörde farz olduğundan Seth Rogen işe bunu gerçekleştirmekle başladı. Küçük kulüplerde stand up yaparak geçinirken, sinema dünyasına hiç de komik olmayan bir filmle giriş yaptı. Şaşırtıcı ama gerçek, Donnie Darko.



Biz sevişiyoruz : En büyük yeteneğinin metin yazarlığı olması onu hızlıca büyük kadroların arasına soktu. Bir SNL bir The Simpsons tayfası kolay kolay insan almıyor tabii. Da Ali G Show ile başladığı yazarlık kariyeri Superbad gibi bir filmi doğurdu. Filmin prodüktörlüğünü de üstlendi. Seth Rogen'ın oyuncu olarak ayakta durduğu film ise 2007 yapımı Knocked Up idi. Katherine Heigl ile birlikte rol aldı. Ardından 2008'de çok başka ve tehlikeli isimli fakat oldukça sevimli filmi ile karşımıza çıktı: Zack And Miri Make A Porno. Elizabeth Banks'le çok yakıştılar ve bu kilolu adam gözümüze artık daha çekici gelmeye başladı.

Bitmesin Bu Rüya : Artık takip etmeye zorlandığımız kadar çok yapımda yazarlık yapan ve prodüktörlüğünü de bileğinin hakkıyla üstlenen Rogen, seslendirme dalında da aranan isimlerden oldu. Animasyonlarda ve fantastik filmlerde onun sesine aşinayız. Kung Fu Panda ve The Spiderwick Chronicles isimleri hafızanızı tazelemek için birer ipucu. En son 2011 yapımı Take This Waltz'de ve 2012 yapımı For A Good Time, Cal... ile perdeye dönen Seth Rogen'ı önümüzdeki ay Barbra Streisand'ın oğlu olarak göreceğiz. Filmin adı The Guilt Trip, trailer'ı ise şurada:


Ninni: While My Guitar Gently Weeps

10 Kasım 2012 Cumartesi

Tam şu an, her şeyi sustur, zamanı durdur ve kulak ver. Söz veriyorum, bu kez işiteceklerin bildiğin başka hiçbir şeye benzemeyecek.

İyi geceler.

Stream: How To Destroy Angels - An Omen EP

Beklediğinize değecek mi?

Deftones'la başlayan gün, How To Destroy Angels'ın uzun zamandır beklenen EP'siyle devam ediyor.

Grup, An Omen'ı dün gece söz verdikleri gibi, The Hype Machine'de dinleyicilerine sundu. Halihazırda ezberlemiş bulunduğumuz Keep it together ile başlayan EP toplamda 6 parçadan oluşuyor. Albümün 2013'te yayınlanacağını da ekliyor ve EP ile aranızdan çekiliyorum.


Stream: Deftones - Koi No Yokan



Şükür kavuşturana

Deftones'un yedinci albümü Koi No Yokan hususundaki heyecanımızı ve beklentilerimizi dile getireli çok olmuyor. Deftones, gün itibariyle albümün tamamını stream olarak dinleyicilerine sundu.

Afiyetle:



Yeni Şarkı: The Rolling Stones - One More Shot

Açın, Dedeler...

50. yıllarını kutlamaya hazırlanan yarım yüzyıl efsanesi Rolling Stones, hit şarkılarını topladığı albümde bulunacak yeni kayıtlardan ikincisini yayınladı. Stüdyosuz geçen 7 yılın ardından kaydedilen parçalardan olan  One More Shot geçmiş zaman nostaljisi için yeterli bir parça olsa da bizi çok heyecanlandıran bir parça değil. Yine de isimlerinin hatırına dinlenmeyi hak ediyor.

Karşınızda toplama albüm Grrr!'ın yenilerinden One More Shot;

Ninni: Ready, Able

7 Kasım 2012 Çarşamba    


Hayat, kendini hayata karşı hazırlama çabasından ibaret. 

İyi geceler. 

Bir Arada: Queens Of The Stone Age & Dave Grohl

10 yıl sonra, yeniden

Queens Of The Stone Age ve Dave Grohl güçlerini tekrar birleştiriyor.

Josh Homme, katıldığı bir radyo programında Dave Grohl'un, eli kulağında Q.O.T.S.A. albümünde davulları çalacağını duyurdu.

Bu, Q.O.T.S.A. ve Grohl'un ilk bir araya gelişi değil; zira daha önce, grubun 2002 tarihli albümü Songs For The Deaf'te de davulların başına geçmişti. Grup, vakit kaybetmeden Grohl'un adını mix masasına eklemiş.


Josh Homme ile birlikte Eagles Of Death Metal'ın kurucularından olan Jesse Hughes, yeni Q.O.T.S.A. albümünü "badass" olarak tanımladı.

Agresyonun yakıştığı adamlara uzun bir aradan sonra "Merhaba" deyin:

Ninni: Fix You



6 Kasım 2012 Salı


Mutlulukla gözyaşını ayıramadığın, inanmak isteyip inanamadığın, yine de negatif kalamadığın o garip anların tadını çıkar. Birini seçmeye gerek yok, bazen ortası hepsinden güzel.

İyi geceler.


10. Yıl Dönümü: Interpol - Turn on the Bright Lights

Geçip giden huu, zamanları huu

Evet, Turn on the Bright Lights'ın üzerinden tam 10 yıl geçmiş. Ve evet, zaman çok çabuk geçiyor.

Grup, daha ilk albümleri olmasına rağmen akıllara durgunluk verecek bir hızla tanınmalarını sağlayan albümün 10. yaşını kutlamak için biraz arşivini kurcalamış ve bunun şerefine hazırladıkları 2 CD ve DVD'den oluşan özel bir set yayınlamak üzere.

Albümün remastered halinin yanı sıra 17 bonus şarkı, grubun iki konserinin video kayıtları ve birçok fotoğrafın yer alacağı Turn on the Bright Lights: Tenth Anniversary Edition, 4 Aralık'ta yayınlanacak.

Söz konusu kayıtlardan biri de grubun Los Angeles'taki ilk konserleri olan Troubadour performansı. Interpol, sabırsızlığımızı öngörmüş olacak ki konser kaydından Obstacle 1'ın kısa bir videosunu yayınladı.

İşte çiçeği burnunda Interpol:

Mixtape: Obama vs. Romney


  Dananın kuyruğu kopacak

Dünyayı yöneten ülkenin seçimleri, aylardır dünyanın gündemini meşgul ediyor.

Bize göre oldukça değişik bir siyasi sisteme sahip Birleşik Devletler'in uzun seçim maratonu bu gece sonuç bulacak. Çoğu Amerikalının haritada yerini gösteremediği üçüncü dünya ülkelerini bile oldukça yakından ilgilendiren seçim sonuçları, güzide ülkemizin televizyonlarında da gerek canlı yayınlarla, gerek uzman yorumlarıyla yer bulacak.

Bilindik demokrat-cumhuriyetçi yarışını bu sene Amerika'nın ilk siyah başkanı unvanını taşıyan Obama ile, her yönüyle cumhuriyetçi klişesini layığıyla dolduran Mitt Romney sürdürüyor.

Sabah uyandığımızda Amerikan Rüyası'nı kim devam ettirecek merak ediyoruz.

Bu da bizim seçimlere yaklaşımımız olsun. Buyrunuz :


A Yüzü 




B Yüzü 

Yeni Albüm: Atoms For Peace - AMOK

Voltron'a kulak verin

Radiohead cephesinden Thom Yorke ve Nigel Godrich, Red Hot Chili Peppers'dan Flea ve perküsyonist Mauro Refosco'dan oluşan Atoms For Peace, ilk albümlerinin haberini verdi.

Yorke'un 2006'da çıkan albümü The Eraser'ın şarkılarını çalmak için bir araya gelen Atoms For Peace, AMOK'u 2013'ün başlarında çıkarmayı planlıyor.

Thom Yorke'un "mekanik" olarak tanımladığı albümde yakalamaya çalıştıkları şeyin "vokallerin nerede insan, nerede makine olduğunun anlaşılmaması" olduğunu söyledi.

Değişme ihtimali bulunan şarkı listesi ise şu şekilde:
Before Your Very Eyes…
Default
Ingenue
Dropped
Unless
Stuck Together Pieces
Judge, Jury and Executioner
Reverse Running
Amok

2013'e çok kalmamışken hafızaları taze tutmak adına:

Oradaydık: The Twilight Sad

Teşekkürler, çocuklar...

Geçtiğimiz perşembe akşamı Babylon'da sahne alan isim The Twilight Sad'di. Havaların soğumaya iyiden iyiye başladığı şu günlerde Kasım ayını The Twilight Sad ile karşılamak kelimenin tam manasıyla muazzam oldu. Konserin üzerinden 5 gün geçmesine karşın etkisinden hala çıkamıyor ve ekibin son albümlerini tekrar tekrar döndürüyorsam, yazıma The Twilight Sad'e ve organizasyonda emeği geçenlere teşekkürlerimi sunarak başlamam da pek tabii fayda var demektir.

Öte yandan belirtmek isterim ki; The Twilight Sad konserine ilişkin tecrübe ettiklerimi uzun uzadıya kılı kırk yararak anlatamayacağım. Keza perşembe gecesine dair zihnimde yer edenleri deştiğimde "Harika bir geceydi!"nin civarlarında tekrar tekrar dolandığımı fark ettim. Zira o kadar net ve problemsiz bir konserdi ki "tekrar gelseler" temennilerinden öteye gidemiyor insan. Evet, böyle bir açıklama faslının ardından 1 Kasım'a dönecek olursak; Babylon'da gerçekleşen konser öncesinde sahne alan isim The Ringo Jets'ti. The Ringo Jets bağımsız sahnenin başarılı gruplarından ve gümbür gümbür çalıyorlar. Bu noktada The Ringo Jets gibi enerjisi yüksek bir ekibin öngrup olarak sahne alması yerinde bir seçimdi. The Twilight Sad öncesinde insanlar The Ringo Jets ile ısınma turlarını yaptılar, sıkıntı basmadan ana konsere geçiş yapmış oldular. The Twilight Sad başladığında Babylon oldukça kalabalıktı. Hatta bu kalabalık İskoç topluluğun vokali James Graham tarafından da görmezden gelinmedi ve şaşkınlıkla karışık mutluluğunu ifade etti, teşekkürlerini esirgemedi.

Post-rock kıvamındaki müziklerine, shoegaze tandanslı gitar ve James Graham'ın pürüzsüz, aksanlı vokalleri eklenince gece akıp gitti bizler için. 2007'de yayınladıkları albümleri Fourteen Autumns & Fifteen Winters'la parlayan ekip, gece boyunca 2012'de çıkardıkları son albümleri No One Can Ever Know'a ağırlık verdi. Sahnede sergiledikleri performans o kadar kanlı canlı ve göz doldurur nitelikteydi ki, eminim benim gibi pek çok kişi beklediğinden fazlasını tecrübe etti. Albüm kayıtları da iyi ancak ekibin canlı performansı ayin gibiydi. Canla başla çaldıkları enstürümanları, vokal James Graham'ın kulakların pasını silen, hissiyat yüklü vokali ve Ian Curtis esintili dansları aklımı başımdan aldı. İki saniyeliğine dahi gözümün sahneden ayırmak istemedim. James Graham o kadar içinden gelerek ve ruhunu katarak söyledi ki Ian Curtis danslarını yapmaya başladığında içimden sempati seli akıp gitti. Konser 1 saat sürdü, bis için sahneye geri dönmediler. Geçen o 1 saat de zaten o kadar dolu dolu geçti ki sahneye tekrar dönmemelerini yadırgayacak fırsat bırakmadılar.


Velhasıl, İskoçya denince akla ilk etapta gelenlere Mogwai ve Trainspotting'e ilaveten The Twilight Sad de dahil oldu diyor yazımı son albümden Another Bed ile noktalıyorum.



 

Popular Posts